"Sosyolog her zaman, biraz rahatsızlık veriyorsa bunun nedeni; bilinçsiz kalınması yeğlenen şeylerin bilince varmaya zorlamasıdır." Pierre Felix Bourdie
“Sürekli olarak başkalarının bakışı altında olmaları nedeniyle, zincirlenmiş oldukları gerçek bedenle, yaklaşmak için bitmek bilmeyen bir çaba harcadıkları ideal beden arasındaki uçurumu durmadan deneyimlemeye mahkumdurlar”
“Kendilerini alçaltma ve yok saymaya eğilimli bir toplumsallaşma uğraşına boyun eğdirilen kadınlar, feragat teslim ve sessizlik gibi olumsuz erdemler öğrenirken, erkekler de mütehakkim temsilin mahkûmu, hatta sinsice kurbanıdırlar.”
Büyük bir tez konusu: “toplumun konsensüs mü, yoksa çatışma temeline mi dayandığım düşünüyorsunuz?” İyi de çatışmayla belli bir konsensüs sağlanacağını bilmeyen var mı aranızda? Çünkü tartışmak için öncelikle uyumsuzluk alanları üzerine bir mutabakat zemini lazım ve çatışma aracılığıyla konuya müdahil oluyoruz. Başka bir biçimde dahil oluyoruz; uzlaşma ya da kaçma hali içinde değil.
Ve bütün toplumsal kategoriler içinde özgürlük yanılgısına en meyilli olan kategori entelektüeller kategorisidir; bu, sosyolojik bir paradokstur ve şüphesiz benim çalışmamın entelektüelleri sinirlendiriyor olmasının nedenlerinden biridir aynı zamanda.
Bu anlamda, ona ne atfediyor olursak olalım; örneğin Sartre, entelektüellerin ideologu olmuştur; yani Mannheim’m dediği gibi “bağsız, köksüz” entelektüel yanılgısını, oto-bilinç yanılgısını, kendi gerçekliğini kontrol edebilen entelektüel yanılgısını sürdürmüştür.