Onun kendisinin hakiki hüviyetini öyle bir görmeyişi,anlamayışı,daha doğrusu öyle bir görmezden,anlamazdan gelişi vardı ki Cevriye senelerce hiç sıkılmadan,kötülüğünü fark etmeden taşıdığı sürtüklük hüviyetinin ağırlığını onun karşısında taşınmaz bir yük eziciliği ile hissediyordu.
Bir gece kadınına, bir karanlık kızına bundan daha güzel ve onu daha iyi vasıflandıran bir sıfat bulmaya imkân mı vardı!
Güzelliği kadar ismi de kaldırımlarda meşhurdu.
"Fosforlu Cevriye..."
...
Kendilerine nasip olan neticeyi görmüşlerdi.
Günün birinde bir karakol köşesinde, bir kaldırım kenarında, bir arsanın yabani otları arasında, bir hendeğin içinde tek başlarına bu dünyadan ayrılmak...
Cevriye hayatı her zaman seviyordu. Hiç ölmek istemiyordu.
Burada geçirdiği günlerde ve onu kaybettiğini zannederek sonsuz bir korku ve ıstırap duyduğu dakikalarda bile, hayatı seviyordu.
Hayat ummaktı.
Hayat her şeydi. Yaşarsa onu tekrar bulabilir, yaşarsa onu tekrar görebilir, yaşarsa ona tekrar kavuşabilirdi.
Cevriye ölümü imkanların en sonuna kadar mübah görmüyordu.
Hiçbir şeyin kalmadığının zannedildiği zamanda bile, ümit vardı.
Çünkü hayat sayısız ihtimal ve imkânlar demekti.
Cevriye, "Allah büyük, o bir karıncasından vazgaçmez!" diye düşünüyordu. Zaten Cevriye'nin yaşamak için, Allah'tan ve hayattan istediği şeyler o kadar az, o kadar mütevazıydı ki hakikatten ona bunların verilmemesi merhametsizlik olurdu.
Kendilerine nasip olan neticeyi görmüşlerdi.
Günün birinde bir karakol köşesinde, bir kaldırım kenarında, bir arsanın yabani otları arasında, bir hendeğin içinde tek başlarına bu dünyadan ayrılmak...
Evet, havada bir korku vardı. Çirkin bir şekilde yüzünü göstermiş, aralarından geçmiş ve Ayten'i alıp sürükleyerek peşinden götürmüş olan ölümün korkusu...
Cevriye'nin bütün hayatı esasen tanınmayan, uzak, yabancı ve meçhul insanların, hüviyetleri bilinmeyen kimselerin arasında geçmişti.
Onun ismi daha bilinmeyen, hayatı tanınmayan bir adam olmasının hiç önemi yoktu.
O bu koskoca İstanbul'da kimin hayatını, mazisini, ismini tanırdı.. Yolunun üstüne çıkanlar sadece insanlardı.
Ve insan olmaları Cevriye için yeterdi.
Ne var ki içinde "Gidiyoruz!" korkusu.. bir daha dönmemek üzere gidildiğini hissetmenin ürperten ve üşüten dehşeti vardı.
Cevriye, sokağın kızı Cevriye, sokakta yalnız kalmaktan korkuyordu bu gece. Yıldızlara baka baka bir kenara kıvrılmaktan ve bir yıldızın, göğe merdiven koyup tırmanarak yerine mıhlayacağı bir yıldızın birden kayışını seyretmek ve o kayışın baş dönmesini, gönül ürpertmesini içinde duymaktan korkuyordu.
Bu, biraz nemli olan paltonun eteklerinde yosun ve deniz kokusu vardı. Ve onun içtiği sigaranın kokusu, onun odasını dolduran, ona ait olan şahsi koku.. kendi kokusu vardı.