İsteğimiz, vatanın ve vatandaşın iyiliğidir. Neslimizin muhafazasıdır. Arzumuz, Türkiye’nin haysiyetli bir şekilde varlığını sürdürmesidir. Ümmetin umudu olmaya devam etmesidir.
Şuna da tüm kalbimizle inanıyoruz: Bur dertli vatanın elbet bir sahibi vardır.
Bu böyledir: Kaybettiklerimizi hatırladıkça, elimizde kalanlara daha sıkı sarılırız. ‘Kaybettiklerimiz nedir’ sorusunun sayfalar dolusu cevabı var. Muhit, millet, memleket olarak.
Nihayetinde biliyor ve inanıyoruz: Türkiye, İslam aleminin iç kalesidir. Bilgi olarak verelim: İç kaleyi dışardan düşürmek imkanı pek yoktur. Çoğunlukla içerden olur. Birileri ihanet eder.
İnsan zor zamanlardan oluşur. Milletler de böyledir. Birinci Dünya Savaşı’nda nüfusumuzun yüzde onunu kaybettik. Bu topraklarda, acıya katlanmak bir sanattır. Musibeti Müslümanca karşılamak. Sabretmek. En ağır şartlarda bile hakkı ve iyiliği tavsiye etmek. Ümidi kesmemek. Görünen o ki, zorlukları göğüsleme yeteneğimizi kaybediyoruz.
Sorumuz şu: Toplu ölümler ve büyük acılar dahi bizi bir araya getirmeye yetmeyecekse, bu iş nasıl olacak?
Bu dünyada kötünün iyiye verdiği keder, zalimin mazluma ettiği eziyet bitmez. Fenalık yok olmaz. Elbette iyilik de.
Bir teselli: Cezası en çabuk verilen şey zulümdür. Hadis-i Şerif
“Rusya’nın Suriye’de ne işi var” diye soruyoruz. Aynı soruyu Amerika için sorduk mu? Birincisini kabul edenin ikincisine itiraz etmeye hakkı var mıdır? Tek millet olan neydi, kimdi?
Sıklıkla söylenen bir söz: ‘İlk taşı günahsız olan atsın.’ Biraz değiştirelim:
‘İlk sözü günahı olmayan söylesin.’ Herhalde uzun bir sessizlik yaşanır.
Adına “tarih” dediğimiz şey, hem geçmişi anlatır, hem günümüzü aydınlatır. Dün, bugün, yarın üçlüsünü bir araya getirir. İbret alabilenler, bunu görür ve göstermeye çalışır.