Tam Olarak Kitabın Ruhu bu paragraf
Hayatta kalıplar var... Ritimler. Bir hayatta kendimizi köşeye kısılmış hissettiğimizde, hüznün, trajedinin, başarısızlığın ya da korkunun, tek bir varoluşun ürünü olduğunu düşünmek çok kolay. Yalnızca yaşamanın değil, bir şekilde yaşamanın sonucu olduğunu düşünmek. Demek istediğim, acıya karşı bağışıklık kazanmamızı sağlayacak bir yaşam tarzı olmadığını anlasak, her şeye çok daha kolay olurdu. Mutluluğun doğasında acının da olduğunu. Biri olmadan öbürünün de olmayacağını. Tabii ki farklı düzeylerde ve miktarda. Ama hiçbir hayatta sonsuza kadar saf bir mutluluk içinde olamayız. Öyle bir hayat olabileceğini düşünmek ancak yaşadığımız hayattaki mutsuzluğumuzu büyütmeye yarar.
Türkler hem ahlâklı, hem de iradeli bir millettir. Zaten bu ikisi, çok kere birlikte bulunur. Yaşayıp yükselmek, ahlâklı ve irâdesi sağlam milletlerin hakkıdır. Biz bu Türk ahlâkına tam olarak sahip bulunduğumuz zamanlarda yükseldik. Yabancıların ahlâkını alarak bozulduğumuz zaman düşüp geriledik. Yükseldiğimiz zamanlar bu toprak, büyük millî dâvalar için kendilerini feda eden, yalan, iki yüzlülük bilmeyen, vicdanını satmayan insanlarla dolu idi. Niğbolu'da, 60.000 Türk, birleşik Avrupa'yı yenerken; Yavuz, korkunç çölleri aşarken; Kânûnî, boy ölçüşmek için Şarlken'in ordusunu ararken böyle yıkılmaz ruhlu bir topluma dayanıyordu. Ahlâk, millet yapısının temelidir. O olmadan hiçbir şey olmaz.
Reklam
“Ve ne zaman gelece­ği düşünsem kafamda tam olarak bir şey canlanmıyordu ve bu da paniğin başlamasına neden oluyordu. Bu yüz­den geleceği düşünmemem gerektiğini söyle­diler. Sadece bugünü düşün. Olan şeyleri düşün. Özellik­le de olan iyi şeyleri." dedi.
"Ben aramıyorum, buluyorum", Picasso tam olarak böyle derdi. Bulmak bir alışkanlıktır, doğal bir yeti. Bulma alışkanlığı olmayan kimse, derinlerden doğan bu spontane damlanın ne olduğunu bilmez, ama kendi yaratıcılığıyla bağlantısı olan kimse sadece gerçekleşmesine izin verir.
Sayfa 205 - Alfa YayınlarıKitabı okuyor
Biraz düşünürsek, hiç kuşkusuz bir kişinin bir başkası üzerinde belli bir düzeyde yetkesinin olduğu başka durumlarda işlemeyen davranışsal önlemleri hipnotizma durumunda beklemek için hiçbir neden yoktur. İnsanların olağan dileklerine ya da törel anlayışlarına ters düşen şeyleri yapmaya yöneltildikleri böyle birçok durum vardır. Askerler düzenli olarak özellikle kaçınmaları gereken tehlikeleri karşılamaya ve sivil yaşamda kınayacakları saldırganlık edimlerinde bulunmaya yöneltilirler. Başarılı öğretmenler ve antrenörler düzenli olarak insanları kendi ötelerine ulaşmaya iter, onları başka türlü erişemeyecekleri edimleme düzeylerine güdülerler. Büyük politik önderler kimi zaman tam anlamıyla çok sayıda yurttaşı, koşullar bütünüyle aynı olmak üzere, daha çok kaçınacakları davranış yollarını izlemeye inandırabildikleri için büyüktürler. Genel olarak, o zaman, başka bir çok toplumsal etki durumu da, tıpkı hipnotizma gibi, kötüye kullanım için aynı olanakları sunar
Sayfa 155 - İdeaKitabı okuyor
TÜRKLER UYANDI ONLARI KİM DURDURABİLİR? Mustafa Kemal Atatürk'ün Türk ulusu ile yaptığı Türk devrimi eşsiz bir mucizedir. O mucize Türk ulusunun makus tarihini değiştirecek mucizeyi bir sır ile yine kendi içinden o fikri savunan bir irade olarak bir ibret yaşatarak zulmü adeta felç eden bir çıkış ile başlamıştır. Atatürk şöyle der; Türkleri uyandırmak zordur, uyandıktan sonra ise durdurmak olanaksızdır. Bu sebeple halkı uyandıranın başını koparırlar diye rahatsız olan emperyalizm ve onlar adına kendini yetkili gören tüm işbirlikçileri dünyaya bedel o Türk'ü tehdit etmişlerdir. Tanrı'nın gazabına uğrayan tehdidin başarı şansı yoktur. Türkler uyanıyor. İbretin bir sırrı da budur. Durdurmak mümkün olmayacak. Zalimler zaten kilit edildi. Yaşattıkları zulmü yaşama süreleri Türklerin tam uyanış süresi ile eş değer bir zamanlı süreç olacak. Önder Karaçay
Reklam
Tam olarak öyle :))
İnsanın içi neyse dışına da o yansır..
Sayfa 57
Yaptığımız şeylerin haddi zatında güzel ve doğru olması yetmez, onları yapış biçimimiz ve üslubumuz da çok mühimdir. Bu hem şeytanın bize müdahale etmemesi hem de kullara ulaştıracağımız mesajın selameti için hiç ihmal edilmemesi gereken bir kuraldır. O halde bir Müslüman “Ben doğruyu söylerim/yaparım. İnsanlar isterse kabul etmesin. Ben kulların tepkisi ile ilgilenmem, Allah’a vereceğim hesaba bakarım. Kafam rahat. “ deme hakkına sahip değildir. Üslubumuz, iletişim biçimimiz, sectigimiz kelimeler, zamanlama, muhatabımızın algı ve bilgi düzeyi, mesajı iletirken gözettiğimiz önem sıralaması, içinde yaşadığımız toplumun kabulleri ve değer yargıları gibi çok sayıda kıstası sözlerimize ve eylemlerimize tatbik etmek durumundayız. Aksi halde sözlerimizle ve davranışlarımızla vermek istediğimiz mesajın me olması tehlikesi çok büyüktür. Bugün ne yazık ki ilim sahibi birçok insanın yaşadığı ama genellikle farkına varmadığı temel problem tam olarak budur.
Sayfa 110
1973 Şubat veya Mart ayı idi. İbrahim Metin ağabey GİK üyesi olarak mesul olduğu Konya ili ile ilgileniyordu. Bir gün Töre-Devlet'te "haydin Cihanbeyli'ye ilçe kongresine gidiyoruz gelin," dedi. Orada bulunanlardan Galip Erdem ağabey, Dinç Yaylalıer ve ben, İbrahim ağabeyin şoförlüğünde Cihanbeyli'ye gittik. Dinç Yaylalıer, Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Ekonomi Bölümü öğrencisiydi. Hitabeti çok güçlüydü. Konuları güzel ifade etme kabiliyeti vardı. Biraz da canlı ve gür bir konuşma tarzı olduğu için Türk Ülkücüler Teşkilatı'nın aranan bir konferans seminercisi idi. Gazete çıktığı günler mutlaka büroya gelir kolları sıvar ve “ülkücülük tek kırmakla başlar,” diyerek, tek abonelerin okuyucuya ulaşabilmesi için gazete katlardı. Kongrede bir konuşma da ben yaptım. İlk defa siyasi bir konuşma yapıyordum. Dönüşte Galip ağabey bana hitaben "Nutuksal (sal ve sel eki ile böyle dalga geçerdi) konuşman fena değil. Ama benim gibi sesin zayıf çıkıyor. Baksana Dinç konuşurken neredeyse kahvenin camları kırılacaktı," diye bir de espri yaptı. Adaylar belli olup da Niğde-Aksaray bölgesinde seçim çalışmaları başlatılacağı vakit işin organizasyonu başladı. Herkes ya memur-öğretmen veya ailesinden dolayı uzun süreli bölgede kalma imkânı olmayan kimselerdi. İçlerinde durumu en müsait olan bendim. Çünkü tam bağımsızdım. Galip ağabey benim de bu çalışmaya katılmamı istedi. Ben hiçbir hazırlığımın olmadığı söyleyince de "Dervişe ne gerek, bir hırka bir lokma," dedi. Yanıma birkaç parça giyim eşyası alarak kervana katıldım.
Temsili reddeden yaklaşımlar isabetsizdir. İşgal'i temsil ötesi ya da temsil karşıtı olarak ele alan tutumlar ayrımı inkâr eder ve böylece işgalin yaratmakta olduğu yeni siyasal temsil biçimini gözden kaçırır. Herkesin kendi adına konuşmasında diretenler, kişilerin iç dünyasındaki bölünmeyi inkar eder. Bireyin kendi çıkarlarını açık seçik bilebileceğini ve sunabileceğini var saymakla, arzularının ve onları yönlendiren itkilerin tam bilincinde olmayan öznelerin iç dünyalarında bölünmeye yol açan durumlarla yüzleşmekten kaçınır. Dahası, temsile karşı çıkanlar bireyi siyasal kararların birincil alanı ve dayanağı olarak konumlandırdıkları ölçüde, öznelerin kapitalizm koşullarında nasıl yapılandırıldıklarını görmeyi başaramazlar. Liberal bir özerklik diliyle ve kapitalist bir tercih diliyle konuşurken, bireysel özneleri yapılandıran önyargıları, yanlış kanılar ve bağlılıkları göz ardı ederler. Neredeyse kendi eleştirilerini anlayamayarak, çok kısa sürede ondan cayma durumuna düşerler. Temsil dışlayıcı ve hiyerarşi yaratıcı olduğuna göre, bu süreçler kişiler arasında olduğu kadar kişilerin içinde de ortaya çıkar.
Sayfa 133 - Yapı Kredi Yayınlar, 1.Baskı, 2014.Kitabı okudu
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.