Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Sermest-i müdam
Öyle sermestim ki idrak etmezsem dünya nedir Ben kimim, saki olan kimdir, mey-i sahba nedir... (Sermest: sarhoş,Saki: içkili toplantılarda içki sunan kimse,Mey: içki,Sahba: kırmızı şarap)
Bir ara Edirne'de bazı kimselerin yasağa rağmen kahvehane açtığını haber alan Sultan Murat bostancıbaşıyı cellâtlarla beraber Edirneye gönderdi, yasağa rağmen, kahve işleten birkaç kişi idam olundu ve kahvehanelerinin çatısı yere indirildi. Türkiyede kahvehaneler, tekrar, ancak bu Padişahın ölümünden sonra açılabildi ve memleketimizde ikinci bir kahve yasağı da çıkmadı. Yalnız Sultan II. Mahmut, kanlı bir şehir muharebesiyle yeniçeri ocağını kaldırdığı yeniçeri döküntülerile taraftarlarının toplantılarına mâni olmak ve dolayısile yeni bir fitne tehlikesinin önünü almak için, birkaç sene İstanbul daki kahvehaneleri kapattı, ortalık iyice atıştıktan sonra da kahvehaneler birer ikişer açılmaya başladı.
Reklam
Eski zaman kahveleri
Türkiye'ye kahve onaltıncı asırda, Kanunî Sultan Süleyman zamanında girdi ve evvelâ Suriyede,bilhassa Haleb ve Şam şehirlerinde taammüm etti, İstanbulda da ilk kahvehane 1554 Hicrî 962 yılında açıldı.
Recm ( taşa tutma) cezası
İslâm şeriatına göre bir Hristiyanla münasebette bulunduğu katiyetle tesbit edilen Müslüman kadınlarının bu cezaya çarptırılmaları gerekirdi ki, bütün imparatorluk tarihi boyunca, yalnız tek bir kadın, bu suçla suçlanarak, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa sadaretinde Sultanahmette, yılanlı sütun yanında recmedilmişti. Cellâtlar, kadını, kolları içerde olarak göğsüne kadar toprağa gömer, sonra halk tarafından taş yağmuruna tutularak linç edilirdi ki, eski müverrihlerimiz, linç karşılığı keşkeş etme tabirini kullanmışlardır.
Viyana bozgunundan sonra, Belgradda idam edilen Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, namazından sonra Vücudum toprağa düşsün diyerek odanın kilimlerini toplatmış, uzun sakalını kendi eliyle kaldırarak cellâdın kemendi geçirmesine yardım etmiş ve cellâda "sanatını maharetle yap!"demişti. Gene Onyedinci asır vezirlerinden Hezarpâre Ahmet Paşa ise, cellâdı karşısında görünce, " vay kâfir kahpe oğlu!" diye bağırmış, mukavemet göstermiş, bir ahıra sürüklenerek götürülmüş, cellât, paşanın başındaki kavuğu alıp kendi başına, kendi başındaki kirli külahı da paşanın başına koyduktan sonra onu bir yumrukta çökertip boynuna yağlı kemendi atmıştı. Taşrada, cellât gönderilip idam edilen siyasî mahkûmların, hükmün infazından sonra hemen daima başı, yolda bozulmaması için bal doldurulmuş bir kıl torba içinde cellat tarafından İstanbula getirilir ve payitahtta yıkandıktan sonra teşhirle defnedilirdi.
Mahkûmları söyletmek için cellâtlar tarafından tatbik edilen işkenceler:
Ustura ile diri diri deri yüzmek, saçları kesilen başa ateşte kızıl hale getirilmiş demir tas giydirmek cımbızla sinirleri çekmek, bir uzvun içine sonda gibi burgu sokmak, kaynar sudan soğuk suya ve soğuk sudan kaynar suya sokup çıkartmak, çekiçle kol ve bacak, el ve ayak kemiklerini kırmak... İdamından evvel kendisine bu korkunç işkenceler tatbik edilmiş devlet adamları, Onyedinci asır defterdarlarından Yahnikapan Abdülkerim Paşa ile Sadrazam Melek Ahmet Paşa'nın kethüdası yani dahiliye nazırı Gadde kethüdadır.Usulen, bir devlet adamı idama mahkûm olunca, ferman, kendisine bostancıbaşı tarafından eteği öpülerek hürmet gösterilir ve teselli yollu sözler söylenir ve aptes alıp iki rekât namaz kılmasına müsaade olunurdu; bu tebliğ ekseriya da metanetle karşılanırdı.
Reklam
Onaltıncı asır sonlarında, bostancıbaşılardan Ferhat Ağa, bir defaya mahsus olarak bir top cezası icad etmişti: Suçlu, genç bir yeniçeri idi. bir imamın nikâhlı genç karısını kandırıp kaçırmış, kadının saçlarını keserek oğlan kıyafetine sokmuş, pervasızca bir müddet yanı sıra gezdirmişti. Usküdar'da yakalandı. Tophaneye götürüldü. Ferhat Ağa, ;engeli, çarmıhı, kazığı az gördü, delikanlıyı çırılçıplak soydurttu, bilek, dirsek, diz ve ayak mafsalların demir çekiçlerle kırdırıp zavallıyı yağlı paçavralara sararak birhavan topunun namlusuna gülle gibi tıktırttı, sonra topu ateşleterek havaya fırlattı, paramparça etti.
Cellatlar ve idam cezaları
Her devletin tarihinde olduğu gibi, Osmanlı İmparatorluğu tarihinde de onbinlerce suçlu veya masum insan, cellât pençesinde can vermiştir; Osmanlı devletinin resmi cellât teşkilâtı, bir cellatbaşı idaresinde, sayıları devir devir değişen müteaddit cellâtlardan mürekkepti ki hepsi de aslen Kıpti idi: cellâtbaşı ile cellâtlar bostancıbaşı ağanın emrinde idi; idam hükmü bostancıbaşıya verilir, o da, yerine göre bazan bizzat nezaret ederek hükmü yerine getirtirdi; eğer öldürülecek mühim bir şahıs ise idamda bostancıbaşı muhakkak bulunur, hükmü de cellâtbaşı, maharetine en çok güvendiği bir veya iki cellât ile infaz ederdi ki bunlara da cellât yamağı denilirdi. Siyasî mahkûmlar, yağlı kement ile boğulurdu; bazan, idamdan sonra başı, şifre denilen gayet keskin hususî bir ustura ile gövdesinden ayrılır, ya bir İbret taşının üstüne konulur, ya da sarayın şehre açılan büyük kapısının, Babı Hümayun'ün önüne atılırdı.
Onyedinci asır ortalarında, bir sinir hastası olan Sultan İbrahim de İstanbul şehrinin içinde arabayı yasak etmişti. Bir gün bir üfürükçü hocaya okunmağa giderken yolda bir arabaya rastladı; fevkalâde sinirlendi ve bu basit zabıta vakasından Sadrazamı mesul tuttu; Sadrazam Salih Paşayı, ki, değerli, namuslu bir vezirdi, gittiği üfürükçünün evine çağırttı ve gözünün önünde bir kuyu ipi ile boğdurttu.
TIRNAVA CADILARI
Cadıya, gulyabaniye, hortlağa inananlar dünyanın her tarafında her zaman bulunur. Bulgaristanın Türk idaresinde bulunduğu zamanlarda Tımava kadısı Ahmet Şükrü Efendi hükümet merkezine gönderdiği resmî yazıda neler anlatıyor! Bu mektup Hicrî 19 Rebiül âhır 1249 Milâdî 1833 tarihli olup devletin resmî gazetesi olan Takvim i Vekâyiin 69 uncu
653 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.