Ateşi yükselmiş bir bebeğin ısrarla üstünü örtmek ona zarar verir. Bu tıpkı bir kaktüsü her gün sulamak gibidir.
Bir yaşından evvel bir bebek için dünyanın en muazzam nimeti ve şifacısı olan bal zehir etkisi yaratabilir. Gelişmemiş bağışıklık sistemi balda bulunan ve polenlerin içinde yer alan bir bakteri türüyle savaşamayabilir ve korkunç sonuçlar doğurabilir. Oysa siz balı tatsın istemiştiniz, size çok masum ve doğal bir besin gibi görünmüştü değil mi? ...
Aşırı hassasiyetin de tıpkı şiddet gibi kökeninde korku hissi vardır ve algılayıcıların sayısı gerçektekinden çok daha fazladır. Bunu Judith Orloff;
"10 parmağı olmasına rağmen 50 parmağı varmış gibi hissetmek..." diye tanımlıyor.
Böylesi bir durumda sinir hücrelerimiz hiperaktif şekilde çalışır ve biz kaygı bozukluğuna, anksiyeteye, takıntıya hızla sürükleniriz...
Sakinleşelim, uyaranların sayısını en aza indirelim, kendimizle tarafsız bir dost gibi konuşalım, epey bu konuların tuzunu yutmuş bir bilge şöyle diyor ; "Kendinle hemen anlaş, henüz kendinle birlikteyken."*
Yapmak zorunda olduğumuz ama yapmak istemediğimiz durumlarda iç hasarımızı önlemek için çelik bir yelek giyelim, düşünsel ve duygusal dengemizi, mecburiyetlerimize kurban etmeyelim.
Daha iyi görebilmek ve daha iyi duyabilmek için kendimize zaman verelim.
PHAİDROS şöyle diyor;
-Hiçbir şey işitmiyorum, pek bir şey de görmüyorum.
SOKRATES cevap veriyor;
-Belki de yeterince ölmedin.
Tevekkül edelim, tam bir teslimiyet dünyevi acıları hükümsüzleştirir...
Kendimizi ve başkalarını affedelim ama aldığımız nasihati unutmayalım.
*C.G.Jung