The Sacrıfıce (1986)
Oh, Tanrım Neden her şeyin tam tersini yapıyoruz? Her zaman. Bir erkeği sevmiştim başkasıyla evlendim. Neden? Sanırım şimdi anlıyorum. Hiç kimseye bağımlı olmak istemiyoruz. İki insan birbirini sevince eşit sevmiyorlar. Biri daha güçlü diğeri zayıf oluyor. Ve zayıf olan her zaman düşünmeden hesapsızca seviyor... Bir rüyadan uyanmış gibiyim. Sanki başka bir hayatı artık geride bıraktım. Nedendir bilmem, her zaman direndim. Bir şeylerle savaştım. Kendimi savundum. Sanki içimde başka bir ben vardı. Bana...''Kendini bırakma''... diyordu. Kendini hiçbir şeye teslim etme. Yoksa ölürsün. Yüce Tanrım, ne kadar da aptalız!
The Sacrıfıce (1986)
-Böyle acı çekmen hiç doğru değil. Hiçbir şeyi o kadar çok isteme Hiçbir şeyi beklemeyeceksin. Bu çok önemli. Kişi hiçbir şeyi beklememeli. -''Bir şey beklememeli'' mi dedin? Bir şey beklediğimi kim söyledi? -Hepimiz bekleriz... Bir şey bekleriz! Mesela ben. Ben hayatım boyunca hep bir şeyler bekleyip durdum. Bütün hayatım boyunca sanki tren istasyonunda bekler gibiydim. Bütün bu zaman boyunca sanki yaşadığım hayat gerçek değildi de bir tür bekleyişti. Sahici olanı, önemli olanı bekleyişti.
Reklam
Film İncelemesi: The Sacrifice (Kurban), 1986
O kadar alıntı yaptık, bir de inceleyelim bari :) Arada sırada filmler hakkında 1000 Kitap'ta da incelemeler-alıntılar yapıyorum. Burada yaptığım incelemelerin aynısını sinemalar.com'da da yapıyorum fakat aktif kimse pek kalmamış oluyor ve oradaki takipçi sistemi çok zayıf. Bazen düşünüyorum 1000 Kitap gibi bir de 1000 Sinema uygulaması olsa ne güzel olur diye, belki görürüz o günleri de :) Neyse incelemeye geçelim artık. Tarkovski'nin oğluna ithaf ettiği son filmi. Tarkovski'nin birçok filminde olduğu gibi bu filminde de az ama öz replik kullanılmış. Filmin konusu daha çok korkular ve korkularla başa çıkıp yaşamayı öğrenebilmekle ilgili. Bunu filmin başlarında ana karakter Alexandır'ın oğluna söylediği şu sözlerden anlıyoruz: "Korkma oğlum, ölüm diye bir şey yok. Sadece ölüm korkusu var. Bu dehşetli bir korkudur. Bazen insanlara yapmaması gereken şeyleri yaptırır. Ölümden korkmamayı başarsaydık her şey ne kadar farklı olurdu." Filmin devamı da hep bu söz temelinde ilerliyor. Açıkçası son 1 saatini anlayamadım, ta ki filmin sonunda "Bu film oğlum Andriosha'ya ithaf edilmiştir. Umut ve güven dileklerimle." yazısı çıkana kadar. Sonrasında ufak bir araştırma sonucunda o son 1 saati de anlamaya başladım. En anlam yüklenemeyen karakterlerden hizmetçi Maria, filmde saflığı ve umudu temsil ediyordu. Kafa yoran, ama izlediğinize değecek bir film Kurban. İzleyip geçmek için değil, izlerken ve izledikten sonra düşünmek isteyenlere tavsiye ederim. Filmle ilgili daha fazla bilgi için: filimadami.com/film/4723/sacri...
The Sacrifice (1986, film)
Sanırım, şimdi anlıyorum. Hiç kimseye bağımlı olmak istemiyoruz. İki insan birbirini sevince eşit sevmiyorlar. Biri daha güçlü, diğeri zayıf oluyor. Ve zayıf olanı düşünmeden seviyor. Hesapsızca.
The Sacrifice (1986, film)
İnsan hep başkalarına karşı savundu kendini. Başka insanlara, doğaya karşı. Durmadan doğaya karşı güç kullandı. Sonuç: Güce, şiddete, korkuya ve bağımlılığa dayanan bir uygarlıktan başka bir şey değil. "Teknik ilerleme" dediğimiz şeyin bize getirdiği tek şey konfor oldu. Bir tür hayat standardı. Ve bir de gücü korumak için gereken şiddet araçları. Vahşiler gibiyiz! Mikroskobu, cop gibi kullanıyoruz. Hayır, yanlış. Vahşiler maneviyata daha çok önem veriyor! Önemli bilimsel bir buluş mu yaptık, onu hemen kötülüğe alet ederiz. Hayat standardına gelince, bir zamanlar bilge bir kişi gerekli olmayan şey günahtır demişti. Ve eğer bu doğruysa uygarlığımız baştan aşağıya günah üzerine kurulmuş demektir. Korkunç bir uyumsuzluk edindik. Maddi ve manevi gelişmemiz arasında bir dengesizlik söz konusu. Kültürümüz bozuk. Yani uygarlığımız. Temelde bir bozukluk var, oğlum.
The Sacrifice (1986, film)
Korkma oğlum, ölüm diye bir şey yok. Sadece ölüm korkusu var. Bu dehşetli bir korkudur. Bazen insanlara yapmaması gereken şeyleri yaptırır. Ölümden korkmamayı başarsaydık her şey ne kadar farklı olurdu.