Hakan Günday romanında değilseniz hayat sizin için gökkuşağı saçıp, pozitiflik sı*maktan çok uzak değildir.
Dünya üzerindeki tüm orospu çocukluklarını kaleme almaya ant içmiş biri var satır arkasında. Kinyas ve Kayra'da fark ettim bunu.
Biçilmiş kaderlerin olasılıkları belirlenirken atılan zar, tanrının zarı kadar hileli; yazarüstü tesadüflerle, rastlantılarla dizilmiş olmasının yanısıra zarı atan el bile belirgin fakat hiçbir çekince, tereddüt yok. Büyük resmi çarçabuk görebilmeniz için insanoğlunun sıkıştırılmış tüm nefret ve hıncı, riyakarlıkları, bir uğurda geberenleri veya tersini, bir başkasının zihnine erişim için verilen bir çift organdan arkasına uzanamadığı için pislik çukuruna sürüklenişi, tüm bunların hepsini ortalıkta, alabildiğine apaçık bırakılmış. Kapalı kapılar görünmez, labirentler kuşbakışı seyredilebilir..
Kendilerine sıra gelmeden hayatlarını, ceplerinde taşıdıkları günleri ve yılları uçurumda sallayan; başına gelenlerden ötürü yakasını yapışacağı kimse olmayınca kendi topuğuna sıkan (belki içsel bir nefret, ölüm-kalım arasındaki psikolojik ve fiziksel zıtlıktan ötürü. Ruhun ölmek isterse, bedenin izin vermez -bir süreliğine-) karakterlerin satır aralarında ve bölüm sonlarında az da olsa gülümsemelerine mahal vermeden yol alırken kelimeler arasında iğrenme ve mide bulantısı yanında “bunlar bu dünyadaysa ben yokum” söylemleriyle sayfalar sırayla süzülebilir zihninizde.
SPOILER
Yine de mutlu son var ama. Yazarlar ve senaristlerin ara sıra çiğnenen kaidelerinden: ana karakterlerin son noktası her zaman mutlu bitmeli.
SPOILER