Niye böyle yaşadığını, imkânları varken neden daha iyi yiyip içmediğini, niçin kendisini soğuktan koruyacak samur kürke bürünmediğini sorduğumda, "Özgürlük ve iktidar uğruna!" diye cevap vermişti.Ona göre ruh, dünya nimetlerinin tutsaklığından kurtuldukça özgürleşiyor, bağımsızlaşıyor ve dünya yüzünde hiçbir krala ve imparatora nasip olamayacak bir büyük iktidara kavuşuyordu.
Dedikleri bana karışık geliyordu ama doğru bir yanı da vardı.
Bütün dünyayı dolaşsan, yedi iklim dört bucağı tarasan hiçbir şeye ihtiyaç duymayan tek bir hükümdar bulamazdın. Hepsinin saraya, kumaşa, silaha, hayvanlara, ikram edecek yiyeceklere, cellatlara, askerlere, altına, gümüşe ihtiyacı vardı. Bunlar olmadan hükümdarlık yapılamazdı.
Engereğin gözünü kamaştıran şatafatı yaratan da bunlardı zaten!
Oysa Mevlevi dervişinin omzunun öpülmesi ve saygı duyulması için bir tek çöpü bile olması gerekmiyordu.
"Aslında" diyordu, "varlık yokluktur, yokluk da varlık! Hepsi gören göze bağlı!"
Kendini feda etmenin, yüce bir varlığın içinde eriyip gitmenin müthiş hazzını yaşıyordu. Allah onun için aradaki perdeyi kaldırmış ve ona cemalini göstermişti. Kendi benliğini silip attığı için, artık ölümlü bir kul değil, Allah'ın ta kendisiydi o.Bundan büyük özgürlük ve iktidar mı olurdu!
Derviş, Tanrı olmuştu.