...dünyada yapayalnız hissediyordu kendini. Birden Esmeralda'nın gülümseyen yüzü belleğinde canlanınca, içinde bir ferahlık hissetti. İyi kâlpli kız kendisini sonsuza kadar terk etmiş olamazdı. Çok yakında ziyaretine gelirdi mutlaka.
Quasimodo'nun içini yeni bir umut kapladı, bedeni gevşedi ve özlemle gülümsedi.
Aşk, meleklerin yıldızlara selâmıdır.
Aşk yok olduğunda ruh derin bir kedere düşer. Sevilen kişi,seven için tüm evreni doldurmuş, sanki Tanrı olmuştur. Tanrı,o güzelliği kendisi yaratmamış olsaydı, belki aşkı kıskanırdı.
Yaşamın ve insan felsefesinin gerçeğine ulaştığını sanıyordu –kim bilir belki de ulaşmıştı–, sonunda gerçeğin kuyusunun dibinden görebileceği tek şey olan gökyüzünden başka hiçbir şeye bakmamaya başlamıştı.
Ayrıca düşünmekle geçen bir günün sonunda, akşam bulvarlardan geçerek geri dönerken ağaçların dalları arasından uçsuz bucaksız uzayı, isimsiz aydınlıkları, boşluğu, karanlığı, gizemi fark ettiğinde, insana dair ne varsa ona küçücük görünüyordu.
Marius yeni takım elbisesiyle katıldığı bu gecelere ve balolara sadece kaldırım taşlarının çatlayacak kadar buz tuttuğu akşamlarda gidiyordu, çünkü arabaya verecek parası olmadığından oraya sadece ayna gibi parlayan çizmelerle gitmek istiyordu.
Bazen hüzünlenmeden, “İşte insanlar böyle, bir salonda ayakkabılarınız hariç her yanınız çamurla kaplı olabilir. İyi bir şekilde ağırlanmak için sizden kusursuz tek bir şey istenir, vicdan mı? Hayır çizmeler,” diyordu.