“Piyano çalmayı çok isterdim,” dedi donuk bir sesle. “Şimdi piyanoya oturur, kelimelerle ifade etmekte güçlük çektiğim bütün duygularımı, acılarımı tuşlara dökerdim. Bazen şiddetli, bazen yavaş basardım onlara. Kim bilir ne ince ayrıntıları vardır o dokunuşların? Kelimeleri daha önce öyle kötü yerlerde kullanıyoruz ki, kirletir diye korkuyoruz duygularımıza dokunursa. Seslerin başka türlü bir dokunulmazlığı var.”
"ama şuramda bir bulantı. gitmiyor, geçmiyor. insanlar arasında durmadan mikrop gibi yayılan bir hastalığın bulantısı bu. kuşku ve güvensizlik. bunları böyle böyle düşünmek zorunda kalışım. yoklaya yoklaya yaklaşmak herkese. şu anlamda ya da bu anlamda. adımları hesaplı atmak. yürekleri hesaplı açmak. açık olamamak. her gün biraz daha kapanmak. her gün biraz daha köstebekleşmek, tilkileşmek, böcekleşmek."
Bir zamanlar birilerini tam olarak onların istedikleri gibi sevdim.
Tökezlediklerinde bedenimi onlarla yer arasına koydum.
Üşüdüklerinde, ben de donuyor olsam bile, onlara kendi sırtımdaki kıyafetleri verdim.
Köprüler inşa etmek için kemiklerimi ikiye böldüm.
Onları kafeslerinden kurtarmak için kendi özgürlüğümü verdim.
Hep ben verirsem onların da sevgime karşılık vereceklerini sandım.
Tüm sevgimi yanlarına alıp
Göğsümde hiçbir şeyin dolduramayacağı kadar büyük bir delik bırakıp ayrılırken
Gülümsediler ve şöyle dediler:
"Aptal kız. Sevmek böyle bir şey değil."