Her gün, tekrar tekrar, diğerlerinin kefaletine, onayına başvurmak gerekmektedir. Bu tür dıştan içe doğru bir yaşayış, pek güven verici değildir. Çünkü, başkalarından ne kadar hayranlık ve alkış gelirse gelsin, kendimize ilişkin temel duygularımız olduğu gibi kalır. Zayıflıklarımızın ya da zayıflık olarak algıladıklarımızın, her an için ortaya serilmesi olasıdır. Bu durumda sürekli tetikte durup, sırasında gülümseyerek, sırarasında şöyle ya da böyle poz keserek, köpükten oluşmuş özsaygı balonumuzun patlamasına, ya da amaçsızca uçup gitmesine engel olmaya çalışırız. Sadece yüzeysel değişikliklerle uğraşarak, özdeki hiçbir şeye dokunmayız. Oysa makyajımızın altında, biz yine, bizizdir.
Bir ölçüde bunu bilir ve korkarız. Yanlış ya da eksik, bizi sadece gösterdiğimiz kadarıyla sevmelerine razı oluruz. Ancak, özsaygımıza ilişkin temel sorunumuz olduğu gibi kalır. Bu şekilde yaşamak tedirginlik yaratır. Daha da kötüsü, bizi, gerçek benliğimizin aslında hiç de kötü olmadığını farketme ve o hâliyle de sevile- bileceğini anlama olanağından yoksun bırakır. Bu devam ettiği sürece, en kötü zamanlarımızda bile kabullenilebilecek yanlarımızın olduğunu görmenin o hoş şaşkınlığını hiçbir zaman tadamayız. Aslında sorunumuz, başkalarının bizi nasır gördüğü değil, bizim kendimizi nasıl gördüğümüzdür.
Sıkıntımız, dıştaki güvenilmez dünyadan değil, içimizdekine güvenemeyişimizden kaynaklanmaktadır, Zaten zor ve kısa olan hayatımızı, bir de kendimize bu şekilde sert davranarak güçleştirme^ mize hiç gerek yoktur.