Peter başını geriye atıp ağzını açtığını ve kusar gibi dışarıya alevler fışkırttığını görebiliyordu. Öfkesi ayak parmaklarından yukarıya doğru yükselip dışarı taşıyor ve etrafındaki her şeyi
mahvediyordu. Nagasaki ve Hiroşima, Bikini Atoll ve Çemobil’di.Her şeyi ortadan kaldıracaktı.
Onun yerine ağzını yumdu. Acının ve safranın boğazıyla göğsünü yaktığını hissetti. Öfkeyi geri sokmaya çalıştı. Kızgınlık, kıskançlık, korku ve nefretle içeri geri doldurmaya uğraştı.
Nefret, nefret...
Ama Pandora’nın Kutusu kapanmıyordu. Tekrar kapanmazdı. Şeytanlar dışarı kaçmış, etrafta Bellechasse Malikânesi’nde dolaşıyorlardı. Besleniyorlar, büyüyorlardı. Ve öldürüyorlardı.
“Böyle olacağı belliydi. Onu dikmeden önce aileyi uyarmıştım .”
“Güller burada iyi yetişmiyor mu?” diye sordu Gamache.
“Şu aralar değil. Bu sırada hiçbir şey yetişmiyor. Yirmi beş yıl oldu biliyor musunuz?”
Beauvoir yıllardır oyduğu taşların bu adamın beynine hasar verip vermediğini merak etti.
“Nedir olan?” diye sordu Gamache.
“Bu ağaç. Karaceviz.” Heykeltıraş çekicini oyuk oyuk olmuş ağaç kabuğuna vurdu. “Bu ağaç yirmi beş yaşında oldu.”
“Yani?” diye sordu Beauvoir, sadede gelmesini bekleyerek.
“Bu yaşa gelmiş karaceviz ağacının civarında hiçbir şey yetişmez.”
Gamache uzanıp ağaca dokundu. “Neden?”.
“Bilmem. Yapraklarından veya kabuğundan zehirli bir şeyler damlar. Yirmi beş yaşma kadar her şey yolundadır, sonra öldürüyor.”
Gamache, elini ağacın gövdesinden çekip gözlerini mezarıma çevirdi. Güneş, katil ağacın yaprakları arasında süzülüyordu.
Gamache, Beauvoir ve heykeltıraş koca bir ağacın gölgesinde oturuyorlardı. Sıcaktan bir-iki derece de olsa korundukları için şükrediyorlardı. Beauvoir ensesine bir şaplak attı ve eline bira/,
kan ve küçük siyah bir bacak bulaşmıştı. Ölen sineğin daha bir sürü arkadaşının sırtında olduğuna emindi. Sanırdınız ki, diğerlerine de haber salınmış. Ama karasineklerin dünyayı yönetmemeleri için bir neden vardı herhalde. İşkence ediyorlardı ama başka işe yaramıyorlardı.
“Ama bayım siz kimin heykelini yaptınız? Bert Finney’nin mi Charles M orrow’un mu?”
Yves Pelletier güldü. “Belki kendimi yapmışımdır.”
Gamache gülümsedi. “Her işinizde zaten sizden biraz var diye düşünüyorum.”
“Doğru, ama bunda olmayabilir. Çok zordu, sıkıntılıydı. Charles Morrow, ailesi için bir yabancıydı. Onun dıştan tanıyorlardı ama içyüzünü hiç bilmiyorlardı. Çirkin adam, onun içini biliyordu. En azından öyle sandım. O bana müzik dinlemesini seven, hokey oyuncusu olmak isteyen, okul takımında oynamış ama
aile işini devralan bir adamdan bahsetti. Para ve gücün büyüsüne kapılmıştı. Çirkin adamın kelimeleri benim değil. Ego. Ön planda. Ne despotmuş ama. Benim sözlerim, onun değil.” Gamache’ gülümsedi. “Bir heykeltıraş olarak çekimi alınca mutlu olmak egomu tatmin ediyor.”