Elbette ben de seni görmeyi çok istiyorum ama ruhsuz, iradesiz bir makineye döndüm ben.
Heyecan içinde olmalıydım. Oysa içim sıkılıyor. Her şey öylesine kırık dökük ki, Sophie; yollar, binalar, insanlar. Özellikle insanlar.
Altı yıl boyunca savaştan söz etmiş, savaşı yaşamıştım; artık ilgimi başka bir şeye yöneltmek için can atıyordum. Ama bu kendimden başka biri olmayı dilemek gibi bir şeydi. Savaş artık hayatımızın hikayesi oldu, çıkarıp atmak mümkün değil.
Caddenin biraz aşağısında -bu kez gözlerimi kaçırmıyorum- yamalı bir tulum giymiş adam evinin kapısını gök mavisine boyuyor. Birbirlerine sopalarla vuran iki küçük oğlan, yardım etmek için adama yalvarıyorlar. Adam onlara küçük birer fırça veriyor. Belki savaşın sonu vardır.
Zihniniz yeni birinin farkına vardığında ya da yeni biriyle ilgilenmeye başladığında, bu kişinin adının gittiğiniz her yerde birden karşınıza çıktığına dikkat ettiniz mi hiç? Arkadaşım Sophie buna tesadüf diyor, rahip arkadaşım Bay Simples ise Tanrı'nın işi olduğunu söylüyor.
Kendime şöyle dedim: 'Bak, hala yaşıyorum.' Sanırım hepimiz sabahları uyandığımızda aynı şeyleri söylüyorduk. 'Hala yaşıyorum.' Oysa gerçekte yaşamıyorduk. Ölmemiştik ama canlı da değildik.
Düşünsene, birbirimiz için deli olduğumuz halde sonsuza dek bunu birbirimize söyleyemeyebilirdik. İnsan izin verirse, vakur olma takıntısı bütün hayatını mahvedebilir.
Bir gün 2. Dünya Savaşı’nda Nazi işgali altındaki Guernsey adasında yaşayan bir grup insanın kurduğu Guernsey Edebiyat ve Patates Turtası Derneği'nin üyesi olan Dawsey’den bir mektup alır. Mektupta yazılanlardan oldukça etkilenen Juliet, kulübü ve üyelerini merak etmeye başlar. Kulübün ve halkın yaşadıklarının yeni kitabı için harika bir konu olabileceğini düşünen genç yazar, adaya gitmeye karar verir. Juliet ilk iş kendisine mektubu yazan çiftçi Dawsey ve kitap kulübünün diğer eksantrik üyeleri ile tanışır. Kulüp üyeleri ve kentin sakinleriyle konuştukça onlarla arasında güçlü bir bağ kuran Juliet’in hayatının gidişatı sonsuza dek değişecektir.
Kendime şöyle dedim:
“Bak, hala yaşıyorum.”
Sanırım hepimiz sabahları uyandığımızda aynı şeyleri söylüyorduk: “Hala yaşıyorum.”
Oysa gerçekte yaşamıyorduk... Ölmemiştik ama canlı da değildik.