Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Nilüfer Göle

Nilüfer GöleModern Mahrem yazarı
Yazar
8.1/10
71 Kişi
445
Okunma
51
Beğeni
5,1bin
Görüntülenme

Nilüfer Göle Gönderileri

Nilüfer Göle kitaplarını, Nilüfer Göle sözleri ve alıntılarını, Nilüfer Göle yazarlarını, Nilüfer Göle yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Bu tarz İslâmcılık bence de mantıklı...
İslamcılık; yalnızca, modernlik karşısında geri çekilmek ya da İslamî kaynaklara basit bir dönüş olmaktan ziyade, bu ikisi arasında karşılıklı alışveriş için bir çabadır.
Şimdi de tam tersi.. :) Al birini, vur ötekine... :))
Kemalistler, söylemlerini, devletin desteklediği iktidar merkezinde belirlerken; İslâmcılar, muhalefet yolu ile bir söylem geliştirmişlerdir.
Reklam
Şimdi epistemolojik sarkaç, nedensel akıl yürütme ve metodolojik pozitivizmden, modernliğin özgül, bağlama ilişkin yorumlarının analizine ve eylem sorununa doğru salınıyor. Bu salınım, Batılı olmayan ülkelerin incelenmesinde yadsınamaz bir özgürleştirici etki yaratmıştır.
"Müslüman" ile "İslâmcı", eş anlamlı değildir. Çünkü, ilki, dinsel bir kimliği ifade ederken; ikinci kavram, siyasal bilince ve toplumsal aksiyona karşılık gelmektedir.
Türkiye'nin geleceği; küresel ve yerli, liberal ve ahlâklı, seçkinci ama toplumu dışlamayan, bireyci ve dayanışmacı bir toplumsal projenin hayata geçirilmesinde yatmaktadır.
Küreselleşme yerliliği dışladıkça; liberalizm, ahlak ve kurallardan kurtulmak anlamına geldikçe; seçkincilik, topluma karşı Batıcılık olarak tanımlandıkça; bireycilik dayanışmacılığı yıktıkça; Türkiye, modernizmi üreten değil, tüketen; modernizmin birleştirdiği değil, çözdüğü bir ülke olacaktır. Ancak, Türkiye'nin modernliğe, kendi dışında elde edilmesi gereken bir Batı malı olarak değil, toplumsal bir keşif olarak bakması gerekmektedir. Modernlik, ancak yerli kültürel kimlikler ve toplumsal dokular üzerinde üretilebilir. Modernliğin Batıcılık projesi içinde tanımlanması, miadını doldurmuştur.
Reklam
Seçkinler, ancak laiklik ve demokratlığı barıştırarak yerelliğe dönük vasatlıktan kurtulur, küresel rekabete açılabilirler. İslamcı hareketler ise, ancak mutlak doğruyu bir tek kendilerinin temsil ettiği fikrine sınır koyduklarında, totaliter eğilimden uzaklaşabileceklerdir.
Laiklik, ilkesel olarak demokrasinin ön şartıdır diyebiliriz. Çünkü, halkın egemenliği ilkesi, insanların kendi tarihlerinden ve toplumlarından sorumlu oldukları fikrine dayanır. Laiklik, siyaseti dine göre özgürleştirir, özerk bir alan olarak ortaya çıkartır ve fikrî çoğulcunun temelini teşkil eder. Siyasal ideolojinin ve hareketlerin ortaya çıkabilmesi için, yönetim anlayışının hiçbir aşkın (ilâhî) iradeye dayanarak meşrûiyet aramaması, insan iradesiyle sınırlanması gerekmektedir. Bu nedenle, laiklik ve demokrasi arasında doğrudan bir ilişki vardır. Ancak, müslüman ülkelerde, neredeyse ters bir ilişki siyasette mündemiçtir. Laiklik, modernist ancak otoriter rejimlerin uygulaması olmuştur.
İçimizdeki "şeytanı" ya da "vahşeti" dış kaynaklı güçlere havale etmek ve -her ne kadar dünya siyasetini masum bir oyun olarak görmüyorsak da- salt komplo teorileriyle açıklamak kolaycılık, hattâ sorumsuzluk olacaktır. Belki de gelişmiş batılı ülkelerin üstünlüğü, serbestlikle toplumsal düzen arasında kurabildikleri ilişkide yatmaktadır. Düzenin sadece otoriter rejimler tarafından sağlanmadığı, toplumun ortak değerler oluşturarak, yani belli bir mutabakat çerçevesinde kendi düzenini nasıl sağladığı sorusu, giderek demokrasinin formülünü vermektedir. Yani demokrasi, sadece hak ve özgürlüklerin var olması değil, bir arada yaşama sanatıdır. Bu nedenle de sivil toplum ve çoğulculuk kavramları, demokrasi literatüründe gittikçe daha etkin olmaktadır.
Sosyolojik kazana sanat kepçesi daldırmak, diyebiliriz buna...
Bir toplum, kendini sanat aracılığıyla ifade edebildiği ve sosyal bilimler aracılığıyla anlayabildiği ölçüde moderndir.
Reklam
Şu an, felsefî temel de var ama bence.
Türkiye'de liberalizm, Batı ülkelerinin tersine, bireycilik doğrultusunda değil; daha çok, ekonomik alanın siyasetten ve devletten ayrışması doğrultusunda gelişmektedir.
Hele de bugünlerde...
Demokrasi-totalitarizm ikilemine, demokrasiyi toplumla, totalitarizmi devletle eşitleyerek yaklaşmıyorum. Tam tersine, totaliter eğilimlerin, pekâlâ toplumsal aktörlerin ütopyalarında, toplumsal aktörler arası ilişkilerde de yatabileceğini söylüyorum. Bu nedenle, demokratikleşmeyi, başta da söylediğim gibi, siyasal sistemin sınırlarında kalmayıp toplumsal zaviyeden analiz etmek gerekiyor.
10 sene öncesine kadar böyleydi, şu an bence değil...
"Siyasal İslam'ın sonu" tezinden ziyâde, İslamcılığın giderek artan bir şekilde, kültürel bir hareketin özelliklerini ifade etmeye doğru dönüştüğünü düşünüyorum. İslamcılık, iktidara gelip gelmemekten ve siyasal stratejilerden bağımsız bir şekilde İslami tanımları dönüştürmekte, yeni aktörler yaratmakta, yeni kamusal mekanları oluşturmaktadır, benlik ve modernliğin geçerli kültürel programlarını sorgulamaktadır.
İslâmcılığı bir sosyal hareket olarak ele almanın, siyasal İslam'ın yalnızca dışarıdan değil, içeriden de dönüşmekte olduğu "ikinci dalga İslâmcılığın" farklı bir okumasını yapmamızı sağladığını öne sürüyorum.
Habitus: Eğitilerek alışkanlık hâlini almış eylemler...
Müslüman bir ülkede modernliğin kültürel programı, medenî insanı, Batılılaşmış insanla eşitlemeye çalışır ve bütün bir "habitus"un zorunlu olarak değişimine neden olur. Bu alan vücut dilini, yeme içme adabını, toplumsallaşma ve yerleşim biçimlerini, zevki, modayı, dil kullanımını ve benzer türden şeyleri kapsar.
761 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.