Hakikat illa ki sefaletin olduğu yerde değildir. Başkalarının felaketlerini paylaşma çabasında hep oturmamış bir şeyler, hep bir iğretilik olduğunu düşünüyordum.
Herkesin kendi haklılığına saplantılı biçimde ikna olduğu bir dünyada ayakta durmak ne büyük bir gayret gerektiriyordu. Adım atmak kendi doğruluğunuza saplantılı biçimde inanmakla mümkün. Aksi halde çeşitli doğrular arasında kıpırtısız kalınır ki, en kötüsü de bu. Yanlışlar değil izlenimcilik çürütür insanı.
İnsan hangi yüzyılda büyümüşse o çağın çocuğu olarak kalır. Orta yaşlarda yeni bir zamana geçseniz de her şeyi geçmiş çağın kurallarına göre değerlendirirsiniz ve bu acı vericidir. Hatta aslında bu bir sakatlıktır. Çehresi tamamıyla değişen dünyada öğrenmiş olduğunuz değerlere göre yaşarsınız ama o değerlerin bir anlamı kalmamıştır. Israr sizi acınası bir hale getirir yavaşça.
Gelecekte muhtemelen herkes gibi bir canavara dönüşecek bir çocuğun masumiyetine inanmak da başka bir budalalıktı ama görebildiğim kadarıyla ebeveynler genellikle budalaydılar.
"Yaşama bir küfe dolusu hayalle başlarız ve bu yaşlara gelindiğinde küfedekiler hayal kırıklıklarıyla ve sayısız acıyla yer değiştirir.Yüzyılımızda öyle başlamamış mıydı?"