En Eski Paul N. Siegel kitaplarını, en eski Paul N. Siegel sözleri ve alıntılarını, en eski Paul N. Siegel yazarlarını, en eski Paul N. Siegel yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Krallar topraklarını genişletmek için ormanları temizlemek ve orada yaşayan toplayıcı kabileleri bastırmak
zorundaydı. Büyük Magadha krallığının düşünürleri “her Borgia’nın irkilmesine yol açabilecek acımasız bir öneride bulundular; fakat bizzat ilan ettikleri temel amaç, toprağın yüzünü değiştirmekti. ... Bu tür bir krallık bütün kabile ayrıcalığı, mülkiyet paylaşımı ve dışlayıcılık bariyerlerini yerle bir etmek zorundaydı.”
Bu, toplumun “güçlünün zayıfı sınırsızca sömürdüğü ya da metnin dilini kullanacak
olursak, ‘büyük balığın küçük balığı yuttuğu’ dizginsiz bir rekabet”le karakterize olan kinik bir siyasal öğreti üretti. Kabile toplumunun özgürlüğünden sonra monarşik despotizmin dehşetiyle karşılayan çok sayıda insan, toplumu reddetti ve kurtuluşu çileci pratiklerde arayarak gezgin dilenciler haline geldi. Bu, göçebe kabileciliğine duyulan nostaljinin bir ifadesi ve geleneksel toplumun
kültürel bir inkârıydı. Bu arayışçılardan biri de, Buda (“Aydınlanmış İnsan”) ismiyle ünlenecek olan Sidarta Gautama’ydı (yaklaşık İ.Ö. 563-483).
Budizmin ilk himayecileri, kentlerin zengin tüccar ve finansörleriydi. Budizmin pek çok özelliği, ekonomik güçlerine rağmen toprak sahibi brahmanların ve kşatriyaların statüsüne sahip olmayan bu vaişya kastının üyelerine hitap etmiş olsa gerekti.
Yaşam pratiğindeki “orta yol” söylemine rağmen, Budizm özünde bir kurtuluş öğretisidir. Fakat Budizm ilk yıllarında, evreni yaratan ve mükâfat ve ceza dağıtan bir tanrının varlığını reddeder. Pek çok insan, ateist bir felsefenin din olarak adlandırılıp adlandırılamayacağını
sorgulamıştır. Din hakkındaki görüşümüzü mü gözden geçirmeliyiz, yoksa Budizmi bir din olarak adlandırmaktan mı vazgeçmeliyiz? Bu sıklıkta olmasa da sorulan bir başka soru, Buda’nın henüz İ.Ö. 5. yüzyılda ateizmi nasıl öne
sürebilmiş olduğudur.
Buda’nın kendisi de büyük ölçüde bu ortamın bir parçasıydı. “Buda’nın kamusal faaliyetlerinin pek çoğu" der Conze,
“kentlerde gerçekleşiyordu; bu, onun
öğretisinin entelektüel karakterini, dilinin ‘kentliliği’ni ve fikirlerinin akılcı niteliğini açıklamaya yardım eder." Buda’nın entelektüel ortamı, Yunan felsefesinin içine doğduğu ortamla pek çok benzerlik taşır. George Novack’ın belirttiği gibi, Yunan felsefesi İyonya’nın ticari merkezlerinde ortaya çıkmıştı. Hint felsefesi gibi Yunan felsefesi de
Budizm evrensel bir ruha inanmasa da, bir mutluluk halinden, nirvanadan bahseder. Yaşam, maddi şeylere dönük arzunun sonucu bir ızdıraptır. Azizin kendini bu
arzudan kurtarma mücadelesi, çok sayıda doğum boyunca sürebilir. Bu mücadelede ısrar eden aziz “yeryüzünde ya da gökte bir yerlerde yeniden doğacaktır, fakat nirvanaya ulaşmadan önce yedi kereden fazla değil.” Kendinden başka hiçbir sayıya bölünemeyen yedi, kumarbazlarca da bilindiği üzere, üç gibi mistik bir sayıdır. O halde nirvana nedir?
Hristiyanlığın Budizmden ödünç aldığı görülen unsurlar, Buda hakkındaki hikâyelere paralel İsa menkıbeleridir doğaüstü bir doğum (Buda gökten inmeyi ve babasının tohumu olmadan annesi tarafından doğurulmayı tercih etmiştir),
Şeytan tarafından baştan çıkarılma, suyun üzerinde yürüme gibi ... Ortaçağ Hristiyanlığının Budizme borçlu olduğu
diğer unsurlar manastırcılık, çilecilik, kutsal emanetlere tapınma ve tespih kullanımıdır. “Kutsal emanet” imali, Ortaçağ Hristiyanlığında olduğu kadar Budizmde de yaygındır. “