Doğrudur diye karşılık verecek, ben konuşmam pek. İnanmam konuşmaya. Çünkü biz aslında konuştuğumuz zaman konuşmuş mu oluyoruz? Hayır. Sadece zahiri kurtarıyoruz.
Önümde güzel bir kitap olsa, sayfalarında yitip gitsem, bunca yolun sonuna nasıl geliverdiğimi anlayamasam öyle ki, bir hüzün şiirleri güldestesi olsa kitaplığımın özel bir yerinde, onu her yolculuk yanıma almayı hiç unutmasam, işte gelip gelip göğüs kafesimi zorlayan bu çok boyutlu hüznün bir türlü tadına varamasam, okumaktan gözlerim mi yoruldu, o zaman yeşeren tarlalara, alacaya kesmiş tepelere, yapayalnız telgraf direklerine baksam uzun uzun.
yeryüzünü yeniden yorumlasam
Sütuna yaslanmış. Donuk. Put gibi. Gözleri uzaktan iki siyah nokta. Algılamadan bakıyor gibi. … Havada inatçı bir yağmur sessizliği. Onu pencereye çeken ya yalnız ve ince bir keman, ya eskilerde kalmış bir şarkının ansızın çıkagelmesi. Öyle anlarda her şey nasıl da birbirini tamamlar. Şiirsel bir çağrışım dalgası gibi. Büyük işaret alınmış ve ses veren ne varsa dilini yutmuştur. Meydan artık şarkılara ve yağmurlara kalmıştır. Elden bir şey gelmez, olanlar olmuştur çoktan. Kendi derinlerimizde saklanan doymak bilmez bir açlık birden su yüzüne çıkmış ve bizi buyruğuna almıştır. Çoğu zaman bir ad koyamayız bu açlığa. Onu yalnız hissederiz. Yakıcıdır ve inceltir bizi. Aklımıza olmadık delilikler getirir. Tiryaki olmasak bile hemen bir sigara tüttürmek isteriz. Ya da alıp başımızı uzun yolculuklara çıkmak. Oysa bunlar, bize verdiği azabın artacağını bile bile o açlığı duymaktan kaçıştır.
Kalbimin özünden habire sıcak bir şeyler. Ama kelimesiz. Ama harfsiz. Yani tarifsiz bir akım gibi bir şeyler. Gece yok. Bıyığıma kırağılar bırakan, burnumu, kulaklarımı biber gibi yakan ayaz yok. Ayaklarımın altında kütürdeyen soğuk beyazlık yok. Delik botlarımın içinde vıcık vıcık ayaklarım da. Kuyrukları apış aralarında, birbirlerine sokula