Üzerime örttükleri mezar taşını kaldırabilmek için ne de çok çabalamam gerekti! Bak! Zavallı ellerim yara bere içinde kaldı. İyileşsinler diye öp onları, aşkım!
Hüzünlü bir ocak sabahında, uğursuz haber Paris'e yayılana on iki yıl oldu. Gri ve soğuk bir şafağın ilk ışıklarıyla, Vieille-Lanterne Sokağı'nda Edgar Poe'nun kuzgunu gibi "Never, oh! Never more!" diye gaklayan tanıdık bir kara karganın uğursuzca sıçrayarak ilerlediği merdivenin basamaklarında, kanalizasyon mazgırının önünde, mahzen penceresinin parmaklıklarına asılı bir ceset bulunmuştu. Bu ceset, şaşkın, gözlerimiz yaşlı, Morgue'un arka odasındaki yapışkan taşlar üzerinde teşhis etmeye gittiğimiz, ortaokuldaki çocukluk arkadaşımız, La Presse'de meslektaşımız, iyi ve özellikle de kötü günlerimizdeki sadık dostumuz Gérard de Nerval'in cesediydi. Ceset kadar soluktuk. Bu meşum görüşmenin sadece anısı bile hâlâ tenimizi ürpertiyor.
Asla bir kadina bakma ve gözlerini daima yere dikerek yürü çünkü ne kadar iffetli ve dikkatli olursan ol bir anlık hata, sonsuzluğu kaybetmen için yeterlidir.
Evet, dünyada hiç kimsenin sevmediği kadar deli dolu ve hırçın bir tutkuyla oylesine şiddetli sevdim ki bu durumun kalbimi paramparca etmemesine şaşıp kaliyordum.Ah, ne gecelerdi onlar! Ne geceler!