"Sayısız şarta bağlı bir ihtimaldim yokluğumda; varlığım hiçbir zaman kesin değildi. Tohumundan filizlendiğim erkeğin, rahminden çıktığım kadının, rahmimi dölleyen erkeğin, rahmimden çıkan çocuğun başlangıcı da öyle... Hepimiz "rast" geldik bu dünyaya. Tesadüfen geldik. Gelmeyebilirdik. Biz, "biz" olmayabilirdik. Başlangıcımız, her birimizin başlangıcı –kelimenin etrafında dolaşmaya ne hacet– küçük birer "mucize"ydi işte! Tıpkı henüz olmayanlar gibi –"şimdinin hiç kimsesi" ve "istikbalin herkesi" gibi– bizim de gün gelip olacağımız kesin değildi. Başlangıcımız bir ihtimaldi. Sonumuz bir ihtimal değil oysa; sonumuz kesin. Her birimiz ve hepimiz er geç, istisnasız, mucizesiz öleceğiz. O kadarı kesin."
"...Kendimizle ilgili bir hikayemiz var, çevremizdekilerin bizi beğenmesini sağlayacak, sevdiklerimizin incinmesini önleyecek rötuşlarla beziyoruz onu. Bunlar ekseriya "küçük yalanlar". Sonra o yalanlara kendimiz de inanıyoruz. Botoksla şişirdiğimiz elma yanaklarımız kadar genç sanıyoruz bazen kendimizi; uzaktaki sevgiliye duyduğumuz özlemi, koynumuzdaki candan gizleyebildiğimiz müddetçe, sadık ve mutlu olduğumuza inanıyoruz. Ama bazen de bir ses, bir imge hakikatin ısrarını hissettiriyor."
"İçimizdeki kalabalık memnun mesut hamdedip dursaydı yerli yerinde, dışımızdaki bir şeyi böyle ölesiye arzular mıydık dersiniz? Kendimizden başka bir şeye dönüşür müydük?"
Bütün günahları önce beyninde işler inş ve tam da bu nedenle, bir günah cennetidir edebiyat; cezadan azade ruhlarımızın dizginlerinden boşaldığı bir cennet...
Bir insanı başka insanlarla ilişkisinde tanıyabilmenin mümkün olduğu tek yer, romanlarda filmler değil ama ... Yazdığı mektupları okuyarak da mahremine girebiliyorsunuz bir insanın.