Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Yavuz Köktaş

Yavuz KöktaşGünümüz Hadis Problemleri yazarı
Yazar
Çevirmen
8.5/10
58 Kişi
281
Okunma
60
Beğeni
3.837
Görüntülenme

En Yeni Yavuz Köktaş Sözleri ve Alıntıları

En Yeni Yavuz Köktaş sözleri ve alıntılarını, en yeni Yavuz Köktaş kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Bazı ilahiyatlarda ve bazı hocalar arasında eleştirel düşünceye vurgu yapıldığı biliniyor. Tabii bunda sorun yok. Sorun eleştirel düşünce söz konusu olduğunda hep Buhari ve Müslimin veya diğer hadis kitaplarının/hadislerin yahut hanefiler dışındaki alimlerin eleştiriye hedef olmasıdır. Sormak isterim: Hadisleri veya Buhari ve Müslimi açıkça eleştirmekten yana tavır alıp bugünün bir kısım ilim adamlarını yahut hocalarımızı eleştirmekten geri duruyor muyuz? Kendi hocalarımızı eleştirmeyip sürekli kendi geleneksel değerlerimizi eleştiriyorsak bu, tutarlı bir tavır gibi gelmiyor bana. Mesela Eşari'yi, Maturidi'yi eleştiriyor ama Fazlur Rahman'a toz kondurmuyorsak, burada bir sıkıntı var demektir. Gazali'yi, Razi'yi eleştiriyor ama Hüseyin Atay'a toz kondurmuyorsak burada ciddi bir sıkıntı var demektir. Buhari Müslimi eleştiriyor ama Sait Hatipoğlu'na gelince sus pus oluyorsak burada hiç de sağlıklı bir yaklaşım yok demektir. Taberi'yi, Kurtubi'yi eleştiriyor ama sıra Mustafa İslamoğlu'na geldiğinde çıtımız çıkmıyorsa burada ciddi bir çifte standart var demektir. Eğer böyle yapılırsa eleştirel düşünceye olan vurgunun amacının gerçek ve sahih bir eleştiri olmadığı, maksadın, sadece tarihimizi, geleneğimizi, hadisimizi, bizim temel İslam ilimlerini eleştirmek olduğu ortaya çıkar. Bu ise ilim değil, ideolojidir.
Sayfa 262Kitabı okudu
İnsan despotlardan özgürleşse bile nesnel bağlılıktan kurtulamayabilir. Nesnel bağlılık, insanın kendini gerçekleştirmesine engel olan her şeydir. O zaman kişi, nesneye bağlılıktan kurtulmadıkça özgürleşemez. Biz bunu dünya ve içindekileri şeklinde anlayabiliriz. İnsanlar genelde sahip olmayı özgürlük olarak anlar. Aksine mülkiyetten soyutlanmak gerekir. Bu, mülk sahibi olmamak anlamında değildir. Mülkün, sana sahip olmaması anlamındadır. Bunun Türkçesi şudur: İnsan Allah'tan özgürleşince nesne ve maddeye kulluğu artar. Nesne ve maddeden özgürleşince Allah'a kulluğu artar. Şunu unutmamak lazım: İnsan, hakimiyet kurmak isteyen bir yapıdadır. İnsan Allah'a kulluğu gerçekleştiremezse maddeye kul olacak. Maddeye kulluk, madde için savaşmayı göze almaktır. Madde için savaşan, başkalarına tahakküm edecektir. Bunun adı seküler hakimiyettir. Dolayısıyla ne olursa olsun seküler paradigma özgürlük adı altında insana ve maddeye sahip olmak, onlara tahakküm etmek ister. Zira özgürlük, maddeye sahip olanların (kapitalistlerin) yönlendirdiği ve manipüle ettiği bir değer konumundadır. İlahi hakimiyeti savunanlar ise bir nebze bundan sıyrılmış olsa bile tam olarak içsel dönüşümü sağlamadıklarından dolayı hakimiyet teorilerinin baskı olarak tezahür etmesi endişesi vardır. Bu durumda hakimiyet teorisini sadece dı sal bir kontrol olarak değil, içsel kontrol olarak da ele alma zorunluluğunu gündeme getirmektedir. İşte burada denilebilir İslam'ın amacı hakimiyet kurmak değil, Allah'a kulluktur.
Sayfa 193Kitabı okudu
Reklam
Taha'ya göre seküler paradigma insan ontolojişini en temelde özel hayat alanına hapsederek daraltmıştır. Bu noktada seküler paradigma kamu ve özel alan ayırımı yapmış siyasete kamu alanını bırakmış; dini de özel alana çekmiştir. Taha burada önce dinin özel hayata nasıl çekildiğini, sonra da seküler bazı iddiaları ele alıp değerlendirmiştir. Bunların hepsine burada yer vermek çok zor ama bazı hususlara değinmek faydalı olacaktır. Bir kere seküler yaklaşım dinin bireyselleştirilmesini arzu etmiştir. Dini pratik böylece özel hayat alanına dahil edilmiştir. Özel hayat, bireye ilişkin olan ve bir başkasını ilgilendirmeyen bütün hususlardır. Seküler yaklaşım kendine göre bu şekilde dini pratiği tanımlarken bazı önermeleri referans almıştır. Bunlar kısaca şöyledir: Din ibadet ve ritüeldir. Oysa din sadece buna indirgenemez, bunu aşarak hayatın her türlü ihtiyacını da içine alır. Dinler tarihçileri bunu açıkça ifade etmiştir. Bir anlamda bunu kutsalın her alana tezahürü olarak açıklamışlardır. Din, imandır, inançtır, ruhaniyettir. Bu indirgeme, ibadete indirgemeden daha kötüdür ve daha büyük bir daraltmadır.
Sayfa 185Kitabı okudu
İnsanın akıllılığı da esasen ahlakiliğinin içindedir. Taha'ya göre bazıları şöyle diyebilir: “İnsan konuşan/düşünen/akıllı bir canlıdır.” Buna göre insanın kimliğini belirleyen, onu diğer canlılardan ayıran fiil aklı kullanmak ve düşünmektir. Taha, bu iddiaya katılmadığını açıkça belirtir. O, bu iddiaya karşılık şunu demektedir: Bu iddia,
Sayfa 173Kitabı okudu
Geleneksel fıkıh, örfü dikkate almıştır. Ama onu mutlaklaştırmamıştır. Fasid-sahih örf gibi ayırımlar yapmıştır. Bu ayırımları yapmazsak, sosyolojiyi mutlaklaştırırsak örneğin LPGT'lilerin taleplerine ne diyeceğiz? Bunlar da bir realite. Porno siteleri var ve izleyicileri çok. Bu da bir sosyolojik realite. Bir İslam toplumu isek bunlara ne yapacağız? Yine diyelim ki, bir camide açık bir sanatçı, sanatına ayrı bir renk katmak için pozlar veriyor. Diyelim ki, insanlar Kur'an tekmeliyor, yakıyor ve hakaret ediyor. Bu eylemlerle bir başkasına zarar verilmiyor, ama onların inançları zedeleniyor, hakarete uğruyor. Ne olacak? Sadece ahlaki tavsiyelerle mi yetinilecek? Örneğin, Mekke döneminde Müslümanlar çok hakarete uğradı. Ama sadece sabrettiler. Biz de orayı örnek alarak sadece sabır mı göstereceğiz? Laik bir ülkenin Müslüman halkı isek, değerlerimizin hukuka yansıması için mücadele vermeyecek miyiz? Bunun adı üzgünüm, yasak olacaktır! Yasak koymayalım mı? Yasaksız hukuk olur mu ki, fikıh olsun! Ne yapacagız? Sadece eğitimle mi yetineceğiz? Peki hem eğitim yoluyla davranış değişikliği için uğraşsak hem de bu değerlere yapılan maddi-manevi saldırıların kanunda bir cezasını öngörsek çok mu yanlış yapmış oluruz? Basit bir apartmanda bile kurallar ve yasaklar vardır. Herkes istediği gibi özgürce davranamaz. İslam toplumunda özgürce davranmayı nasıl isteyebiliriz?! Bireyselliık amenna. Birey özgürlüğü, amenna. Ama bir Müslüman olarak bireyin bedenine istediği gibi tasarrufta bulunabileceğini, zarar dahi verebileceğini, bireyin kendi alanında tam serbest olduğunu nasıl söyleyebiliriz?
Sayfa 154Kitabı okudu
Kişinin konumuna göre, ceza da artar. Bir günahı âlimin işlemesiyle câhilin işlemesi bir değildir. Kamuya açık, kötü örnek oluşturacak tarz­da, âlimin işlemesi durumunda cezanın katmerleşeceği açıktır.
Reklam
Rivayetlerin toplamından mucizelerin mütevatir seviyesine çıkması
Son olarak şunu vurgulamalıyız ki, Hâtib el-Bağdâdî, el-Fâkih ve’l-mütefakkih adlı eserinde Hz. Peygamber’in mucize göster­mesinin manevî mütevâtir derecesine ulaştığını belirtmiştir. Ona göre, çeşitli mucizelerle alakalı olarak gelen rivâyetler haber-i vâhid olabilir, ama onların toplamı, mucizenin manevî mütevâtir derecesine ulaştığını gösterir. Mesela, mi’râcı -öyle olmamak­la birlikte- haber-i vâhid bir mucize kabul edelim. Hz. Peygam­ber’in parmaklarından su akması da ayrı bir mucize olsun. Ağaç­ların Hz. Peygamber’e selâm vermesi, başka bir mucize olsun; Ay’ın yarılması da öyle. Bütün bunların, ayrı ayrı düşünüldüğün­de, haber-i vâhid olduklarını kabul edelim. Ancak bütün bunlar­da ortak bir nokta vardır. O da Hz. Peygamber’in mucize gös­termesidir. İşte, mütevâtir olan nokta burasıdır. Zira bu kadar farklı olayı farklı zaman ve mekânlarda anlatan râvîlerin yalan­ da birleşmeleri düşünülemez.
Öyle bir hadis var ki, sanki günümüzü resmediyor. Peygamberimiz şöyle buyurmaktadır: “Allah, ilmi insanlardan bir anda söküp almaz. Fakat âlimlerin ruhunu alarak ilmi alır. Nihayet geride tek bir âlim kalmadığında, insanlar cahil önderler edinirler. Onlara sorular sorulur ve bilgisizce fetva verirler. Böylece hem saparlar hem saptırırlar!”
Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Münafığı, efendi! demeyiniz. Eğer onu efendi sayacak olursanız, Aziz ve Cehil olan Rabbinizin kızgınlığını çekmiş olursunuz.” (Ebü Dâvüd, Edeb 83) ... Aslında hadisi sadece şahıslarla ilgili de düşünmemek gerekir. Hadis bize fikir ve düşüncelerin de buna dahil olduğu mesajını vermektedir. Mesela bazen şöyle deriz: “Fikrine katılmıyorum ama saygı duyuyorum.” Önce bu fikrin nasıl bir fikir olduğuna bakmak gerekir. Şayet bu fikir ihtilaf etmenin caiz olduğu türden ise buna saygı duyulur. Ama ihtilaf etmenin caiz olmadığı türden ise buna saygı duyulmaz, ancak tahammül edilir. Mesela bir ateist, kendi ideolojisi ile ilgili fikrini beyan ettiğinde onun fikrine saygı duyuyorum, ama katılmıyorum denmez, denmemelidir. Onun fikrine ancak tahammül edebiliriz, katlanırız. Küfür, şirk, dinsizlik, günah gibi durumlara saygı duyulmaz, tahammül edilir, Açıkça saygı duymuyorum denmesine de gerek yoktur. Gerçi yerine göre açıkça da söylenebilir. Ama bazen sadece tahammül gösterilir; başka hiçbir şey denmez, şiddete de başvurulmaz. LGBT'lilere saygı duyuyorum, onların kılına zarar gelse başörtümü yırtarım diye saçma sapan şeyler ifade edilmez. Bu sapkınlara yaşadığımız şartları dikkate alarak sadece tahammül edilir. Eğer onlar tavırlarını yaygınlaştırmak isterlerse aynı yöntemlerle onlara karşı gelinir. Manken camide yarı çıplak poz vermiş, bu bir sanattır, sanatına saygı duymalıyız, denemez. Şayet onlar açısından bu sanatsa bize de ancak tahammül göstermek düşer. Tabii kutsal mekanlara saygısızlık olduğundan dolayı da gerekli hukuki tedbirler alınır.
Hadislere ehli kitap etkisi iddiası hakkında güzel sorular
Bazıları, “biz rivâyet edilen hadîslere bakarız, eğer Kur’ân’a uygunsa alırız, değilse almayız.” demekte ve bu iddialarına da hem Hz. Peygamber, hem de sahâbe uygulamala­ rından delîller getirmektedir. Şunu vurgulamak gerekir ki, bu delille­re uyarak -hatta buna bakmadan aklın gereği olarak- hadîslerin teori­de Kur’ân’a aykırı ise
Reklam
Hadislerin Kur’ân’a arz meselesi
Peygamberimizin (s.a.v.) “Bir hadîs işittiğinizde onu Kur’ân’a arz ediniz. Ona muvafıksa rivâyet ediniz, değilse etmeyiniz” dedi­ği bazı kaynaklarda nakledilmiştir. Buna göre, hadîsler, Kur’ân’a arz edilecek; Kur’ân’a muvafık değilse reddedilecektir. Şunu ifade edelim ki, “muvafık değilse” ifadesi, iki anlama muhtemeldir. Bir, “Kur’ân’da yoksa”; iki, “Kur’ân’a aykırı ise” anlamlarına gelebilmektedir. Bu da çeşitli istismar ve tartışmalara neden olmuştur. Özellikle bu rivâyeti, “Kur’ân’da yoksa” şeklinde anlayanlar hadîslere çekinceli davranmak veya hadîs tenkîdinin önünü açmak istemiştir. Ancak ne var ki, muhaddisler nazarında bu rivâyet bâtıldır. Sadece İbn Teymiyye’ye göre bi­raz daha yumuşak bir ifadeyle “böyle bir hadîs vardır. Lâkin zayıftır” Bununla birlikte klasik kaynaklarda Hanefîler ve günümüz bazı araştırmacıları, bunu kitaplarında kaydedip delîl olarak kullanmışlar­dır. Buna göre herhangi bir hadîsin sıhhatine hükmetmek için Kur’ân’a uygunluğu şarttır. Bu anlamda yapılan işe, “arz” denir. Şüphesiz bunun amacı, bazı hadîslerle amel etmemenin yolunu açabilmektir. Aksi takdirde hiç kimse hadîsin kesin olarak Kur’ân’a aykırı olması durumun­ da onunla amel edilebileceğini iddia edemez. Burada hemen şunu ifa­ de etmek gerekir ki, hadîslerin Kur’ân’a arzı için hadîs olmasına gerek de yoktur. Bu, aklın gereğidir.
d. “Hadîsler de Kur’ân gibi uyulması gereken şeyler olsaydı, on­lar da Kur’ân gibi yazılırdı. Hz. Peygamber, Kur’ân’dan başka şeyle­rin yazılmasını yasaklamıştır. Bu da uyulması gerekenin Kur’ân oldu­ ğunu gösterir.” İlginçtir! Bu örnekte sünnete uymayı reddetmek için hadîslerden delîl getirilmiştir. Bu çifte standartlık bir yana, Hz. Peygamber’in ken­disinden Kur’ân dışında bir şey yazılmasını yasakladığına dair ifade­ler doğrudur. Ancak ilmî dürüstlük adına bunun yanında Hz. Peygam­ ber döneminde hadîslerin yazıldığı, Allâh Resûlü’nün buna izin verdi­ ği vâkıası da dikkate alınmalıdır. Konuyla ilgili pek çok delîl olup on­ ları burada zikretmeye gerek yoktur. Bir delîli alıp diğerlerini görmez­ likten gelmek, ilmî bir tutum olamaz. Mesele, bu iki grup delîlden bi­ rini tercih etmek olursa kesinlikle hadîslerin yazıldığına dair hadîsleri tercih etmek gerekecektir. Çünkü bu hadîsler, oldukça fazla ve çeşitli­ dir. Oysa yasak hadisi, bir sahabîden nakledilmiştir. Hal böyle olsa da ilmî olan tavır, her iki grup hadîsi anlamaya çalışmaktır.
Kuran dışı vahiy olduğuna dair az verilen bir örnek
I. Kıble olayı: Meşhur kıble meselesinde Allâh, şöyle buyurur: “Biz, senin yüzünü çok defa göğe doğru çevirip- durduğunu gö­rüyoruz. Şimdi elbette senin hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Harâm yönüne çevir. Her nerede bulu­nursanız, yüzünüzü onun yönüne çevirin. Şüphesiz, kendilerine kitap verilenler, tartışmasız bunun Rablerinden bir gerçek (hak) olduğunu elbette bilirler. Allâh, yaptıklarınızdan gafil değildir.” (Bakara, 144) Hz. Peygamber, önceleri Mescid-i Aksâ’ya doğ­ru namaz kılıyordu. Peki, Mescid-i Aksâ’ya dönmekle ilgili bir emir Kur’ân’da var mıdır? Yoktur. O halde, Hz. Peygamber bu emri nereden almıştır? Burada akla “İctihâdla oraya dönmüş olabilir.” şeklinde bir düşünce gelebilir. Bu, ihtimal dışıdır. Şa­yet ictihâdla oraya dönmüşse ictihâdla Mescid-i Harâm’a da dö­nebilirdi. Oysa, “Yüzünü göğe doğru çevirip durmaktadır. ” Ya­ni Mescid-i Harâm’a dönmeyi istemekte, ama dönememekte­dir. O halde, Mescid-i Aksâ’ya dönüşü de kendiliğinden olma­mıştır. Sadece bu örnek bile Allâh’ın Kur’ân dışında kalbe ilka etmek süretiyle Hz. Peygamber’e ileti gönderdiğini ortaya koy­maktadır.
Artık günümüzde “hadîslerin Kur’ân’a aykırılığı” tezi moda bir söy­lem haline gelmiştir. İnsanlar, beğenmediği yahut anlamakta zorlandığı hadîsler karşısında, “Bu, Kur’ân’a aykırıdır” diyerek kolayca işin için­den sıyrılıvermektedir. Oysa önemli olan, anlamaya çalışmaktır. Belki zayıf hadîsler için Kur’ân’a aykırılık konusunda biraz daha rahat ola­biliriz; ama hadîs sahîh olduğunda tüm gayretleri, anlama noktasına yoğunlaştırmalıyız.
"Sizden biriniz karıncanın ısırmasından ne kadar acı duyarsa, şehit olan kimse de ölümden ancak o kadar acı duyar" •tirmizi, fezâilü'l cihad 26.
485 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.