Şer-i şerife riayet etmeksizin, ayetlere hadislere, İslam’ın vaz ettiği naslara uymaksızın sadece tasavvuftan dem vurmak veya bazı tasavvuf kitapları okumakla gerçeğe ulaşmak ve Rıza-i Bârî’yi bariyi tahsil etmek mümkün değildir.
Âlim; talebesine, anne ve babasından daha şefkatlidir. Çünkü anneler ve babalar onu dünya ateşinden ve belalarından korurlar. Alimler ise onu ahiretin ateşinden ve sıkıntılarından muhafaza ederler.
Şeyh Said Efendi İslamın hadimi ve hamidiydi. Son derece ihlâslı ve mütevazı idi. İslami ilimlerde derin bilgiye sahip olup ulema meclislerinde saygın bir makama sahip, deruni dünyasında inkılâplar meydana getiren bir şahsiyetti.
Lisanı çok beliğ, fesih idi. Hitabeti ve belagati, tanıyanlar tarafindan takdir edilirdi. Arapça, Farsça, Osmanlıca ve Ermeniceyi anadili Kürtçe ve Dimilice kadar çok iyi derecede konuşurdu. Ayrıca Urduca lisanına da kısmen vakıf idi.
*Ermeniceyi, köydeki komşularından, Urducayı, Hindistan seferlerinden ve de Hicaz’da ki Hintli Müslümanlarla olan diyalogları vesilesiyle öğrenmiştir.
Bir gün Hicaz'dan çok değerli ve şöhretli bir zat Türkiye'ye gelince Şeyh Efendi, adamlarını gönderip köyüne davet etmiş. Kendisine çok ikram ve hizmette bulunmuş. Konuşmalar ve sohbetlerde bazı sorular sormuş, ehlisünnet akidesine muhalefet ettiğini görünce, "Bu zındığı alın, götürün, onun sorularında birçok fitne hâsıl olur, çünkü bu adam bidat sahibidir" demiş ve arkadaşlarına, “Misafirimizi alıp Halep'e kadar götürün, kimseyle de görüştürmeyin.” diye de eklemiştir.