Sen günü hiç sevdin mi?
Günün saatlerini,
Hıçkıran dakikalara benzeyen akşamları...
Telaşlı,
Ağır aksak...
Şimdi her şeyi bırak,
Gün dediğin ölümdü.
Gün;
Benim diye kibirlenme,
Bal yerine sem olursun.
'Ben'im diye böbürlenme,
Bir kısacık dem olursun.
Yakma yıkma gönülleri,
Derûnlarda gam olursun.
Hikmeti kendinden bilme,
Kör nefsine râm olursun.
Bulmaz isen Hak yolunu,
Silinmiş bir nâm olursun.
İstemem Rabbim... Derin okyanusların mercanlı su şehirlerinde gezmeyi, Çöllerde serbestçe salınan sahra çalılarıyla hoşbeş etmeyi, Meralarda şetaretle zıplayan oğlakları sevmeyi, Gündönümlerini bezeyen kutup ışıklarını izlemeyi, Akarsu vadilerinin serin şırıltılarında geçmişi yâd etmeyi, İstemem...
Bana senin yolunda,
Taş mihrap bir namazgâhta toprağa karışan etek uçları, Cami şadırvanında su içen bir martının akşamına denk düşen bir yakarış,
Kâbe'ye yüz sürmenin rüyasından sabaha uyandıran bir ezan sesi yeter.
Ne zaman sever insan? Baktığında mı, gördüğünde mi? Uçurumu fark ettin mi şimdi? Hep bakarsın, bir görürsün. Sevmek görmekle başlıyor işte! Görmeden sevdiğinde yazık oluyor. Bu görmek, özü görmek... İçindeki tarlalarda ne yetişir, denizleri ılık mıdır, iklimi soğuk mudur? Sokakları kesişir mi olur olmadık? Evleri kat-kat mıdır, bahçeli midir? Peki ya gözü görmek?.. Renginden, şeklinden öte bir görmek bu... Baktığında birkaç masal anlatır mı mesela?
Suskun mudur?
Od biter közü kalır, duvarda isi kalır.
Yaz biter güzü kalır, dallarda süsü kalır.
Saz biter sözü kalır, inceden sesi kalır.
Düş biter sızı kalır, ciğerde yası kalır.
Rabbim!
Seviyorum; ikindi namazı seccademe düşen güneşini...
Mûsikî gibi gökte salınan martılarını seviyorum.
Suyu da seviyorum, Cânı içinde taşıyan kudretini...
Seviyorum; Kalpleri mahzun, Yüzleri güleç kullarını.
Rabbim!
Seviyorum Yaratma Sanatını.
Kimi lâl-ü ebkemdir, sessizcedir denizden, Kimi boğazda tutar, kimi ağlar genizden. Kusurumuz hem çoktur hem de çeşit çeşittir, Ancak Hakk'ta farkımız yoktur birbirimizden.