Hz.Peygamber (s.a.v.) çeşitli vesilelerle sahabilerin sözlerinin orada bulunmayanlara aktarılmasını öğütlemişti. Zeyd b. Sabit (v.45/665) ve diğer bazı sahabilerden nakledildiğine göre Allah Resülü, "Hadislerimi işitip duyduğu gibi aktaran şahısların Allah yüzünü ağartsın" buyurmuştur. Ayrıca o, Veda hutbesinde de sözlerinin diğer insanlara ulaştırılmasını özellikle istemişti." Öte yandan, ilmin gizlenmesini şiddetle kınayan âyet ve hadisler, öğrenilen hadislerin edasını gerekli kılıyordu. Buna karşılık Hz. peygamber (s.a.v.), kendi adına yalan söylenmesini şiddetli ifadelerle yasaklayarak, Müslümanları bu konuda uyarmıştı. Resûl-i Ekrem'in (s.a.v.) bu uyarısı, hadis nakleden sahabilerin ne kadar ağır bir sorumluluk altında olduklarını net bir şekilde ortaya koyuyordu.
Halife Harun er-Reşid (170/786-193/809), huzuruna getirilen bir zındığın öldürülmesini emrettiğinde "Peki benim uydurduğum 1.000 hadisi ne yapacaksın?" şeklinde diklenmesi*
Allah katında bir amelin makbul olabilmesi için öncelikle niyetin sahih olması gerekir. Başka bir deyişle bir amel işlenirken Allah’ın rızasını kazanmaya niyet edilmelidir. Çünkü başka amaçların gözetildiği fiiller, asıl itibarıyla dinin teşvik ettiği hususlar olsa bile bu Allah katında değersizdir.
"... İbadetlerde hem insanların hem de Allah'ın rızasını gözeten bir duruşun Allah katında hiç bir ehemmiyeti olmadığı belirtilmiştir. Başka bir deyişle, hem insanlar görüp ve takdir etmesi hem de Allah rızası için namaz kılan bir şahsın namazının Allah katında herhangi bir değeri yoktur. Çünkü ibadetleri Allah katında makbul kılan şey bizim ihlas ve samimiyetimizdir..."