Borisoviç Lutskiy

Arap Ülkelerinin Yakın Tarihi yazarı
Yazar
8.0/10
10 Kişi
27
Okunma
1
Beğeni
772
Görüntülenme

Öne Çıkan Borisoviç Lutskiy Gönderileri

Öne Çıkan Borisoviç Lutskiy kitaplarını, öne çıkan Borisoviç Lutskiy sözleri ve alıntılarını, öne çıkan Borisoviç Lutskiy yazarlarını, öne çıkan Borisoviç Lutskiy yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
1831 vebası nüfusun büyük çoğunluğunu kırıp geçirmiş ve Irak’ın üretici güçlerinin üstünden yıkıcı bir rüzgâr gibi geçmişti. Bağdat’ta yaşayan 150.000’den fazla kişiden geriye 20.000 kişi kalmıştı ve Basra’da ise 80.000 kişilik nüfus 5-6 bine kadar düşmüştü. Birçok köy ve kasaba tamamen ortadan kaybolmuştu. Evlerin kapılarına kilit vurulmuş, dükkânlar ve imalathaneler kapanmıştı. Tarlalar ve bahçeler terk edilmişti. Ekilmiş alanlar azalmış ve meyve ağaçları kurumuştu. Ticaret durma noktasındaydı.
İktidarı ele geçirmekteki başarıları üzerine Jön Türkler tamamen yozlaşmış ve kitlelerden kopmuştu. Türkiye’deki şovenist çevrelere karşı uzlaşıcı davranmış ve devrimci harekete karşı açıktan bir mücadele başlatmışlardı. Yurt içinde feodal toprak imtiyazını muhafaza etmiş, köylülerin lehine olan vergi reformundan vazgeçmiş ve başta 1910 grev yasası olmak üzere işçilere karşı birçok tedbir almışlardı. Uluslararası sahada ise ülkeyi her türlü yabancı etkiden kurtarmayı reddetmiş ve Alman emperyalistler ile anlaşmışlardı. Abdülhamid’in Alman eğilimine yönelmiş ve tüm ülkeyi Alman Kaiser’in varsıllığına dönüştürmüşlerdi
Reklam
1 Temmuz 1798’de Fransız ordusu İskenderiye’ye çıktı. Şehrin sakinleri bir ölçüde direniş gösterdi, ama bu kısa sürede bastırıldı ve Fransız ordusu güneye, Kahire yönüne doğru ilerledi. Aynı gün Napolyon Mısırlılara, Fransız Devrimi’nin ideallerinin tuhaf bir biçimde sömürgeci tehditler ve nüfusun geri unsurlarının dinî duygularına yönelik sinik, demagojik bir piyesle iç içe geçtiği bir bildiriyle seslendi. Napolyon kendisini neredeyse dini bütün bir Müslüman ve İslam’ın dostu ve hamisi olarak sundu. Osmanlı İmparatorluğu’nun en zengin bölgesi olan Mısır’ı zapt edip kendisini “Türk padişahının dostu” ilan etti. Mısır’a geliş amacını padişahın, Mısırlıların ve Fransa’nın düşmanı olan “Memlukleri cezalandırmak” olarak açıkladı. Bunun yanında Mısır’da yerleşik olan Fransızları savunmanın gerekliliğinden dem vurdu, ki bu argüman sonraları bütün sömürgeciler tarafından diğer ülkelerin iç işlerine müdahalenin bahanesi olarak kullanılacaktı. Bildiri Müslümanların olağan hitabıyla başlıyordu: “Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla. Allah’tan başka tanrı yoktur ve Muhammed onun elçisidir.
1917 yazında Suriye’nin ve Ürdün’ün neredeyse bütün aşiretleri Türklere karşı ayaklanmıştı. Arap askerleri Türk ordusundan firar edip topluluklar halinde gerillalara katılıyorlardı. Irak’ta Arap ve Kürt düzensiz birlikleri cepheyi terk edip silahlarını Türklere doğrultuyorlardı. Orta ve Yukarı Fırat civarındaki aşiretler Türklerin iletişim araçlarına kesintisiz saldırılarda bulunuyorlardı. Ülkede açlık ve yıkım kol geziyordu. Hâlâ cepheyi tutmaya çalışan Türk ordusu kelimenin tam anlamıyla çıplak ve yalınayak durumdaydı. İkmal organizasyonu işe yaramaz haldeydi. İngiliz tarihçi Liddell Hart, Allenby’ın elini kaldırmasının bile Türk ordusunun olgun bir meyve gibi ayaklarının önüne düşmesine yeteceğini yazıyordu.
Napolyon, “Müslüman” hükümdar Ali Bonabarda Paşa rolüne soyundu. Doğulu giysileri, sarık ve kaftanla dolaştı. Cumaları düzenli olarak camiyi ziyaret etti, geleneksel törenlerde yer aldı, hatta generallerinden Jacques Menou’yu Abdullah adıyla Müslüman yaptı. Danışma kurulu olarak yerel şeyh ve ulemadan müteşekkil bir divan oluşturdu. Halkın Memluklere olan nefretini istismar etti. Fakat bu önlemlerin hiçbiri Fransız yönetiminin kasaba ve köylere yüklediği, Memluk yönetiminde bile rastlanmayan ağır vergileri (nakit ve ayni) gizleyemedi. Bu vergi soygunu, aşırı haraç ve tazminatlarla, gıda ve yem stoklarına el koymalarla birleşerek bütün limitleri aştı. Ülkenin yabancı bir askerî kliğin hükmü altında olduğu son derece açıktı.
1831 vebası Davud’un ordusunu hemen hemen yok etmişti. Salgın sona erdiğinde Ali Rıza’nın birlikleri neredeyse hiçbir dirençle karşılaşmadan Irak’a girdi ve boş ve tükenmiş toprakları ele geçirdi. Eylül 1831’de Davud Paşa azledildi ve İstanbul’a gönderildi. Aynı zamanda, Bağdat paşalarının ve kölemenlerin ayrılıkçılığını da bir son bekliyordu. O zamandan sonra Bağdat paşaları Babıali tarafından atandı ve onun emir ve politikalarının uygulandığı görüldü.
Reklam
72 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.