Biliyorum, konuşucak birşeyimiz yok.
Ama yine de gözlerini al gel.
Elindeki yarayı, suskunluğunu, acemiliğini.
Beni biri severse inanmam.
Seni biri severse utanırsın.
Bilmediğin bir hastalığa acımak gibi bile olsa gel.
Biliyorum konuşacak bir şeyimiz yok.
Ama ıstırabım sende, mutlaka al da gel...
Hazin, buruk, paramparça sözler...
Acı, dinginlik, sevgi, merhamet... ve daha niceleri ince ince işlenmişti her satıra. Gerçekler ve gerçeklerden daha çok gerçek olan yalanlarla avutulan bir yürek.
Gidebileceği tüm yolları tüketen, kendi yokluğundan anlam çıkaran, içine dönüp kalbindeki mevsimleri umutlarla yaşayan bir yürek.
O eksik yaşanmışlığında zincirlere bağlanmış gibi olmak..
"Sevda dedikleri kara, küçük bir kan pıhtısıdır. Gelir kalbin en içteki, en gizli yerine saplanır kalır. Ve oradan bütün vücuda yayılır. İşte o andan itibaren kan simsiyah akmaya başlar. Buna 'Süveydâ' denir..."
"Sevgilerde yetmeyen bir şeyler var. Sanki şu bulutun arkasında varlığıma giden gizli bir kapı, şu sisin ardında beni anlatan bir cümle, bir söz var. Ama göremiyorum o kapıyı, ne kadar istesem de dağıtamıyorum o sisi..."
Çok derinlerden gelen bir üşüme bu.. Çocukluğumdan gelen. Çok eski bir üşüme..
İlk terk edilişlerden, ilk hayal kırıklıklarından, ilk vedalaşmalardan gelen...