“Kadın ile erkek birbirleri karşısında gerçekte insandırlar ve eğer cinslerden biri cins olarak lekelenirse o zaman kaybeden insanlığın kendisi olur.”
Juliet Mitchell
“Kadını götürüp mutfağa ya da süslenme odasına kapatıyor sonra da ufkunun darlığına şaşıyoruz; kanatlarını kesiyor sonra da uçamıyor diye yakınıyoruz. Geleceği önüne serdiğimiz an, şimdiki zaman çöreklenip kalma zorunluluğu duymayacaktır elbet.”
De Beauvoir’e göre, kadınları ikinci bir cins olarak konumlandırıp, aşağılanmalarına karşın annelik olgusu, kutsanmaktadır. Bu toplumun anneliğe karşı ikiyüzlü bir tutumun göstergesidir. Kamusal yaşamdan uzaklaştırıp ya da onun bu dünyada varolmasını engelleyerek,eğitimden,kültürden geleceğin sorumluluğundan muaf tutulmuş kadınlara annelik yüceltilerek sunulmaktadır. Bu tam bir çelişkidir, aslında kendi ezilmişliklerini, erkeğe göre aşağılanmışlıklarını unutturmak için oyuncak bebek yerine konan bir şeydir annelik. Toplumun geleceği içinse tam bir cinayettir.
Türkiye toplumunda kadın-erkek ilişkilerindeki kriz ve bu krize karşı oluşan İslamcı ve diğer muhafazakâr tepkiler, aynı zamanda kadın ve erkeklerin "cinsel kimlik kaybı" korkusuna dayanmıyor mu?