Her siyasi suikast, hedef aldığı insanla birlikte onun temsil ettiklerini de öldürür. Musa Anter ölür. Uğur Mumcu vurulur. Ve başkaları, sonra başkaları… Sonunda Hrant ölür
artık hiçbir sözcüğe, hiçbir ağlamaya inanmayan kadınlar. artık hiçbir gecenin geçmesini beklemeyen kadınlar. artık kimsenin gelmeyeceğini ve ölümün sıcak bir yatak olduğunu bilen. hayatları, eteklerini düzeltmekle ve ne olursa olsun çayı masaya getirmekle geçmiş kadınlar. kimse onları sevmedi. hiç kimsenin sevmediği kadınlar var dünyada. bunu anlayabilir miyiz acaba?
komik olacak kadar acıklı ama, "kayıp kuşak" dedikleri biz olmalıyız. çünkü, gerçekten kaybolduk. ne bu dünya üzerindeyiz, ne de yeni bir dünya kuracak gücümüz var.
biz, o günlerde işte, tırnaklarımızı yemeye başladık. birden bedenlerimiz büyüdü. en başından yorgun ve küsmüştük. biz, küsmüştük. ne garip, oysa bir çoğumuzun adı, çağrı, umut, barış, devrim, savaş veya özgür'dü. adlarımızın anlamlarını ezberleyip sonra da unutmaya çalışarak, bedenlerimizi büyüttük. biz ne savaşabildik, ne de barışabildik dünyayla, ne özgürlük ne de umudumuz vardı. işte bu yüzden böyle öyküler yazdık, kırık ve bağlantısız.
ben ve benim gibiler, dünyada hiçbir şeyi değiştiremeyeceğimizi düşünerek büyüdük. biz mektuplar yazdık hep, bir de uçlarını içimize döndürdüğümüz şiirler. şiirleri, bedenlerimize saplamaya çalıştık. oysa onlar, çoktan peltekleşmişti. uçları yoktu.