Halep, İzmir ve İstanbul’un esas olarak 17. ve 18. Yüzyıllardaki durumunu mercek altına alan kitap, hem yazarların Osmanlı kent çalışmalarında “normalleştirilmiş” bir senteze ulaşma yönündeki ortak çabası, hem de çizilen bütünsel resmin içine serpiştirdikleri “deneysel tarih” tadında öyküleme girişimleriyle zevkle okunan bir başvuru kaynağı haline geliyor.