bekledik. telefon çalacak, kapı vurulacak, bir haber gelecek diye bekledik. eşek kadar olmuş, kaybolmaz ya artık, bulurlar elbet, diyordu annem. musa'yla ilgili bir haber alsa cennetle müjdelenecekti sanki. musa'yı karanlıktan çekip çıkarmış gibi allah'ın karşısına alnı ak çıkacaktı. sen beni onun aracılığıyla defalarca sınadın, ben de kaybedenlerden olmamak için doğurmadığım o çocuğu sahiplendim. o çocuğun mucizesi ben olayım istedim rabbim. öz olanın tanımadığı çocuğu ben tanıdım, içime yerleştirdiğin merhametle tanıdım. hesap günü allah'a bunları söyleyecekti annem. musa'yı tanıdığını zannederken kendini tanıyacak, allah'ı tanıyacak...musa'da allah'ı görecekti annem.
dünyaya dert olmamak için, derdini içinde tutmuştu musa. hiçbir ağırlık bırakmadan gitmek için, kimseye ağrı olmadan. oysa her kadının içinde birilerine anne olma ağrısı.
Surları yıkılmış şehirlerden de geçtim, sobası tüten köylerden de. Kurumuş nehir yataklarını da gördü gözlerim, akşamın kızıllığının denizde nasıl söndüğünü de. Doğumları ölümler takip etti. Baharları kışlar. Aşkları yalanlar. Sevgileri nefretler. Yok etti. Çocukların kahkahasını da işittim kadınlarının susmasını da. Erkeklerin ciğerini kustuğunu gördüğümde hep yolumu değiştirdim. Hikaye kirlenmesin diye. Çünkü bu yolun sonunda mutlaka Azize'ye dönecektim. Alnım ak, hafızam kavi, kalbim kirlenmemiş kalsın istedim. Ona dönerken yanımda yeni hikayeler. Yüzümde gurur. Bak ben senin torununum Azize! Bak ben bu hikayeyi sen yokken uydurdum!