Bazı hastalarda somatik belirttiler o kadar ön plandadır ki depresif belirtiler ikinci planda kalır, hatta çoğu kez bu yakınmaların depresif tabiatını yakalamak zor olmaktadır.
IV- Seligman'ın öğrenilmiş çaresizlik (Learned Helplessness) modeli
Davranışçı görüş temeline dayanan bu yaklaşımda, bilişsel etkenlerin de rolü önemlidir. Seligman, deney köpeklerine bir yandan elektrik akımı verirken, diğer yandan kaçma girişimlerini engellediğinde, bir süre sonra hayvanın mücadeleyi bıraktığını, durgunlaştığını ve üzüntülü bir hal aldığını görerek bunu insanlardaki depresif durumlara benzetmiştir. Çünkü depresyondaki bir kişide de spontan aktivite, gida alımı vb. davranışlar azalmaktadır. Buradan yola çıkarak, çocukluk döneminden itibaren olumsuz yaşam olaylarının altında ezilen, tekrarlayan bu tür olaylar karşısında ne yapacağını, nasıl davranacağını bilemeyen, bu konudaki çabalarının etkisiz kalacağına inanan, yani gösterebileceği tepkilerin gücüne karşı da umutsuz tutumları nedeniyle tepki gösteremeyen ya da göstermeyen kişilerde depresif durumların ortaya çıkabileceğini ileri sürmüştür. Özellikle reaktif depresyonlarda bu kuramın daha fazla geçerli olduğu ve burada kişinin yüksek düzeydeki beklentileri ile, bunların yeterince gerçekleşememesinin önemli rol oynadığı düşünülmektedir.
Zaman zaman nefret ettiğimizi, zaman zaman delicesine sevdiğimizi hissederiz. İşte bütün bu duygusal tepkilerin yaşanmasına duygulanım (affekt) adı verilir.
Kişinin belli bir süre, göreceli olarak değişmez biçimde içinde bulunduğu duygulanım durumuna ise duygudurum (mood) adı verilir. Buna mizaç diyenler de vardır. Bu duygudurum değişmez değildir.
Nihayet 1896'da Emil Kraepelin "Folie maniaco-depresif" ismi altında, bugünkü "manik depresif psikozu, yani DSM III-R sınıflandırmasına göre "bipolar affektif hastalığı" betimlemiştir.