Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gökhan Evliyaoğlu

Gökhan EvliyaoğluMilliyetçiliğimizin Ön Hedefleri yazarı
Yazar
10.0/10
1 Kişi
5
Okunma
0
Beğeni
413
Görüntülenme

Gökhan Evliyaoğlu Gönderileri

Gökhan Evliyaoğlu kitaplarını, Gökhan Evliyaoğlu sözleri ve alıntılarını, Gökhan Evliyaoğlu yazarlarını, Gökhan Evliyaoğlu yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Bkz; 1956 Macar İhtilali
Bazı ülkelerde milliyet­çiler sömürgeci müstevliye karşı silahla mücadele ediyorlar. Bütün dünya onları «milliyetçiler» diye alkışlıyor. Bazı ülkelerde ise milliyetçiler komünist rejimlere ve peyk hükümetlere karşı gizli gizli - ba­zen da Macar ihtilalinde olduğu gibi, taşı, toprağı, dişi, tırnağı ve silahları ile - savaşıyorlar.
Kişi arasına giren, kulak tırmalayan kelime­lerden, hele bunların uydurmaca olanlarından hiç hoşlanmam. Tıpkı iki yazar arasındaki münakaşa­ya izinsiz karışıp cıyaklayan uydurma yazarcıklar gibi...
Reklam
Gökhan Evliyaoğlunu seviyorum :D
Ben «teklif» diyormuşum da «öneri» demiyormuşum. «Vazife» diyormuşum da «ödev» demiyormuşum. «Görev» de diyebilirdi, unutmuş, «netice» diyormuşum da «sonuç» demi­yormuşum. Bu yüzden Osmanlıca kelimeleri Türkçe karşılıklarına tercih ediyormuşum. Onun için de milliyetçi olamazmışım. Bu kelimeleri kullanmak­la da gerici yığınlar karşısında ün kazanmak isti­yormuşum. -Şimdi tenakuza dikkat ediniz- Bunu bilerek de yapmıyormuşum. Hem bilerek yapmıyormuşum, hem de ün kazanmak için yapıyormuşum. Bu nasıl iş? Bu yazar ne demek istediğini, ne yap­tığını biliyor mu aziz okuyucum! Bir de bir yanda «münakaşa» derken beri yanda «tartışma» diyormuşum. Böyle şey olur muymuş. Olur! Elbette olur! Bu hikeyeci yazara öğretelim: Bir kere benim yaptığım şeyi o da yazısında yapmış. Mesela «garip» demiş, «yabansı» diyebilir­di, «tabii» demiş, «doğal» diyebilirdi, «fikir» de­miş, «düşünü» diyebilirdi, «nutuk» demiş, «söylev» diyebilirdi, «düşman» demiş «yağı» diyebilirdi, «silah» demiş «pusat» diyebilirdi. Neden dememiş? Bir rivayete göre bunlar da yerleşmiş Türkçe keli­meler. Bunları da konuşup yazanlar var. Acaba kendisi de mi gerici yığınlar karşısında ün yapmak istiyor? Değilse asıl kendisi ne demek istediğinin farkında değildir. Çünkü kanaatlerine zıt şeyleri, arzu etmediği işi yapıyor. Halbuki ben yaptığım işin doğruluğuna inanıyorum. Bir yazıda hem «mü­nakaşa» hem «tartışma» de.eği seviyorum. Çün­kü bu, dilin, yaşayan Türkçe'nin zenginliği, zengin­leşmesi demektir..
Misalen: Kuvayı Milliye ve Polonya Prometheus'u.
...Daha bir kaç yıl öncesine kadar «mil­liyetçilik adeta modası geçmiş bir «şovenizm» ola­rak mütalaa edilir olmuştu. Milliyetçiliğe düşman sistemlerin bilhassa komünistlerin gayretiyle ve müphem bir beynelmilelcilik cereyanı ile yıpranır gibi olan bu ülkü bir ara o kadar gözden düşürül­mek istendi ki, milliyetçilik adeta ya; 13 - 18 yaş arası gençliğin romantik bir ütopyası yahut toplu­ma zararlı bir taassup telakki ediliyordu. «-Herkes milliyetçidir, ayrıca milliyetçi ol­ırıak ne demek?» gibi bir takım tekerlerneler de dil­lere düşmüştü. Fakat milliyetçiler gerilemediler. Milli ideolo­jileri bayrak edinerek direnmekte devam ettiler. Dünyanın her tarafında milli mücadeleler koptu. Bu mücadelelerde milletten ve hakikatlerden yana olanlara hep «milliyetçiler» denildi. Onlara düş­man olanların «mukavemetçi», «asi», «mürteci» isnadlarına rağmen milliyetçiler her yerde galip geldiler. Böylece beynelmilel barışın da ancak mil­letlerin milliyetçilik duygularına ve şartlarina hür­met etmekle gerçekleşeceği anlaşıldı...
Bkz: 1848 Fransası
Hakimiyetlerine bizzat sahip olan milletierin hiç biri başlangıçta bü­yük çoğunlukları ile yüksek siyasi kültüre malik olmamışlardı. Milletin vatandaşlık kültürünü yük­seltecek olan ocak da gene Meclis'ti.
Reklam
Atatürk, Milli Mücadele'nin Mustafa Kemal Pa­şası olarak o zamanki Türkiye'nin siyasi rejimine vermek isteyebileceği her türlü şekil bahsinde, kendisi ile birlikte çalışan arkadaşlarını ve ken­disine inanan Türk milletini ikna edebilecek du­rumda idi. İstese idi kral olabilirdi. Yahut daha başka bir usulle, beş - on kişilik bir heyetle devlet ve hükümet idare edebilirdi. Yahut, eğer istese idi İstanbul'daki Meb'usan meclisi gibi meclis kurar ve kendi hükümdarlığını ilan edebilirdi. Hiç olmaz­sa yeni siyasi şartların değişebileceğini zamana ka­dar memleketin siyasi rejimini bir müddet çok hu­susi bir devlet ve hükümet şekline bağlıyabilirdi. Böyle bir tutuma itiraz edecek yakın mücadele ve silah arkadaşları olduğu gibi tasvip edecek siyaset ve silah arkadaşlan da vardı. Hatta bu hususlarda teklif ve tavsiyelerde bulunanlar da mevcuttu. Bun­lara kanıp, ötekileri tasfiye etmeyi düşünebilirdi. Zaman zaman buna muktedir olduğunu da görüyor, biliyor ve hissediyordu. Bütün bunlara rağmen öyle yapmadı. İlk siya­si mücadelere karşıtığı hatta milletin kaderi ve geleceği için düşünrneğe başladığı gençlik senelerin­denberi inandığı ve cepheler boyunca kalbine ve kafasında ibesliyerek büyüttüğü «Milli hakimiyet» prensibine bağlı kaldı. «Hakimiyet, kayıtsız şartsız milleet ait olmalıdır. Millet kendi kendisini idare et­melidir. Meclisle idare etmelidir. Cemiyet kendi kaderi ile ilgili kararları bilmekten mahrum edi­llemez. Millet Meclisinin kararları benim, senin, onun kararından daha üstündür» diyordu. Öyle yaptı...
Halk için, halkla bera­ber olunmadan milliyetçi olunmaz. Çünkü milli­yetçilik millet sevgisinin fert fert bütün yayılma­sını gayeleri arasına almıştır...
Osmanlılık da tıpkı Oğuzluk gibi Selçukilik gibi milli mefahiri­mizdendir. Onu tarihe mal olmuş en kıymetli ha­tıralarımız arasında saklamağa mecburuz. Geç­mişe sövmek insanın kendi soyunu inkar etmesin­den farksızdır.
29 Mayıs 1961 tarihli gazetelerimizden birinde «Osmanlılık» başlığı ta­şıyan bir yazı okudum. Yazının zavallı yazarı yazı hayatının bir anında ve yaşının bu çağında her nasılsa okuduğu bir kitapcıktan birkaç paragrafla imal-i fikrederek Osmanlılığın ayak öpmek demek olduğunu ve bizde bugün de devam edegelen bu adctin Osmanlılardan kalma bir miras olduğunu iddia ediyor. Bu iddialar, Yeni Türkiye'nin yeni hareketle­rine değer kazandıracak olan tarih şuurunu gölge­leyerek millete bir aşağılık duygusu telkin etmek isteyenlerin kasıtlı fikirlerinden ilham alıyor. ... Osmanlı tarihinde dalkavukluk ve ayak öpme zilleti arıyanlar yorulur. Sadece cehaletleriyle gü­lünç olurlar. 31 Mayıs 1961
25 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.