Işık, hızlı olsa da, sonsuz hızlı değildir. Cisimlerden bize ulaşması zaman alır. Bu nedenle cisimlerin daha önceki hallerini görürüz.
Işığın 300.000 km/sn (jet uçağından milyon x fazla) gibi muazzam bir hızı olduğundan, gecikme etkisi gündelik cisimlerde ayırt edilmez.
Ancak evren BÜYÜKTÜR, mesafelerse devasa. Işığın gök cisimlerinden bize gelmesi zaman alır. Bu yüzden teleskop aslında "zaman makinesi "dir.
Ay'ın 1,3 sn; Güneş'in 8,3 dk; en yakın yıldızın 4,2 yıl, çıplak göze en uzak cismin (Andromeda) 2,5 milyon yıl önceki halini görürüz.
Bir gök cisminin “şimdi" nasıl göründüğünü bilmek imkânsızdır (anlamsız kavram). Sadece ışığı yola çıktığında nasıl göründüğünü biliriz.
Kendi gezegen sistemimizin yassı, donen bir diskten oluştuğu fikri, daha on sekizinci yüzyılın ortalarında düşünür Immanuel Kant tarafından ortaya atılsa da örneğin, Beta Ressam ve Vega gibi yıldızların çevresinde diskler bulunduğunu gösteren kanıtlara ancak 1980'lerin ortalarında, Amerika- Hollanda yapımı IRAS kızılötesi uydusu sayesinde ulaşılabildi. Hubble Uzay Teleskopu 1990'ların başında Avcı Bulutsusu'ndaki ilkel gezegen disklerini keşfetti. O zamandan beri başka birçok yıldız oluşumu bölgesinde de benzer disklere rastlanmıştır.
Mars yörüngesinin dışındaki asteroit kuşağında bulunan kayaç cisimler, yer benzeri gezegenlerin oluşumundan arta kalmıştır. Neptün yörüngesinin ötesindeki Kuiper Kuşağı'nın buz cüceleri ise dev
gezegenlerin oluşumundan kalan artıklardır. Kütle çekimsel bozulmalar sonucunda sayısız buz yumrusu, yani kuyrukluyıldız Güneş Sistemi'nin dışına atılarak en yakın yıldızla aramızdaki
mesafenin yarısına kadar uzanan küresel Oort Bulutu'nda birikmiştir.
Birçok kırmızı cüceye bir ya da daha fazla gezegen eşlik eder. Ancak kırmızı cüceler sık sık yüksek enerjili x-ışını patlamaları yaşadığından, bu gezegenlerde yaşam olup olmayacağı belli değildir.
Vardığımız moral bozucu sonuç, aslında kozmozun bileşimi hakkında hiçbir fikrimizin olmadığı; toplam madde ve enerji içeriğinin %74'ü gizemli karanlık enerji, %22'si ise yine asıl doğasını bilmediğimiz baryonik olmayan karanlık maddeden (yani normal parçacıklardan oluşmayan karanlık maddeden) oluşuyor. Atomlar ve moleküller toplumun yalnızca %4'ünü oluşturuyor ve bunun yaklaşık dörtte üçü de gözlemleyemeyeceğimiz kadar soğuk ve karanlık. Yıldızlar, bulutsular ve gökadalar, yani bu kitabın asıl "kahramanları"karanlık ve anlaşılmaz bir evrenin yalnızca %1'inden ibaret.
Güzel bir kitaptı hem uzayın tarihçesi hem de uzay bilimi hakkında detaylıca bilgiler öğrenebilirsiniz. Lakin bir başlangıç kitabı değil, eğer uzay bilimi hakkında temel bilginiz yoksa sıkılırsınız. Bulutsu, galaksi, kırmızı cüce, gezegen görselleri de çok güzel.
İsminden de anlaşılacağı gibi Derin Uzay adlı bu kitabı okurken kendinizi uzayın en derinlerinde buluyorsunuz. Güneş Sistemi'yle başlayıp yıldızlar, Samanyolu, diğer galaksiler ve galaksi kümeleriyle yolculuğunuza devam ediyorsunuz. Bu yolculuk esnasında kitaptaki büyüleyici ve mucizevi görseller de size eşlik ediyor. Yolculuk ilginç bir şekilde sonlanıyor: Bu anlatılanların evrenin sadece %1'ini oluşturduğunu öğreniyorsunuz...
Kitap, bilimsel bir kitap olduğu için eleştiri yapılacak pek bir yanı yok. Az önce de belirttiğim görseller kesinlikle kitabın değerini artırmış. Benim için değerini artıran bir diğer konu da annemin doğum günüm için almış olması. :)
Son olarak lise öğrencisi olarak kitabın anlaşılabilir olduğunu söylemek istiyorum. Keyifli okumalar.
Uzun zaman önce gökbilimciler Dünya'nın eşsiz olduğunu düşünüyordu. Artık Güneş etrafında dönen yedi gezegen daha olduğunu biliyoruz. Bir zamanlar Güneş'in eşsiz olduğunu düşünüyorduk. Artık Samanyolu'nda yüz milyarlarca güneş olduğunu biliyoruz. Yalnızca yüz yıl önce çoğu gökbilimci Samanyolu'nun eşsiz olduğunu kabul ediyordu.