Sekülerizm, bağımsız bir motivasyon aracı olmaktan çıkan dinin yerini almakla birlikte, yeni kurulan/kurulacak düzen, Tanrı’nın ”tasarımına” uygunluğu ölçüsünde meşru sayılacağı için dinden sıyrılamamıştır.48
Modernizmle beraber dile getirilen, dinin sekülerizmle birlikte bireyin kişisel motivasyonuna indirgendiği iddiası,49 hem sekülerizmin din formunda kendisini sunması hem de anlam arayışının herhangi bir -dinî ya da din dışı- "kutsal”da tezahür etmesi ile zayıflamıştır.
Gerek Rousseau, gerekse Bellah’ın ”sivil din” tanımlarından, var olan dinlerden mutlak bir ayrımdan daha ziyade, Carl Schmitt’in dile getirdiği şekli ile mevcut dinlerin unsurlarının siyasî alanda ve toplumsal dönüşümde, yeniden şekillenmesi söz konusudur. Bu şekillenmede ”dünyevîleştirilmiş ilahiyat kavramlarından" devletin meşruiyetini dayandırdığı ”her şeye kâdir Tanrı", yerini ”her şeye kâdir kanun koyucu”ya bırakmıştır.
Yine ilahiyatın ”mucize” anlayışının “olağanüstü hâl"de karşılık bulması gibi birçok dinî kavram ve algı, kendisine siyasette yer bulmuştur. Shmitt’in teolojik kavramların politize edildiği yönündeki savına dayanırsak, ulus-devlet oluşumu ya da ulus olma bilincinde ”dünyevî" olana yüklenen ”ilahi"anlamların önemli bir meşruiyet kaynağı olduğunu söyleyebiliriz. Politik-teoloji ile bağlantılı olarak sekülerizm, ulus-devlet anlayışının temelini oluştururken aynı zamanda ulus-devlet içerisinde dinî bir başkalaşım sağlamıştır.
48.Charles Taylor,Seküler Çağ,s.37
49.Talal Asad,Dinin Soykütükleri,s.25