Buhari ve Ebû Davud, Abdullah İbn Mes'ud'dan (r.a.) (Ö. 32/562) rivayet ediyor:
"Size doğruluk yaraşır. Doğruluk insanı iyiliğe, o da. Cennet'e çeker, götürür. İnsan, kendini bir kere doğruluğa verip, o yola yöneldi mi, hep doğru söyler, doğruyu araştırır. Böylece o insan, Allah katında "sıddîk" olarak yazılır. Yalandan sakınınız. Yalan insanı fücura, bataklığa, o da Cehennem'e ulaştırır. Bir insan, kendini bir kere yalana kaptırdı mı, daima yalan söyler, neticede Allah katında "yalancı" olarak yazılır..."
İşte kanaatimizce, münafık, söz, fiil ve itikat sahalarında sürekli içinde bulunduğu yalanla o kadar bütünleşmiş, o kadar özdeşleşmiştir ki artık o ikinci bir fıtrat kazanmış ve âdeta mücessem bir yalan kesilmiş gibidir.
Allâme Hamdi Yazır, Bakara sûresi 10. âyetinin tefsirinde bu duruma şöyle işarette bulunmaktadır: "Münafıklar devamlı yalan söylerler, eğriyi doğru, doğruyu eğri gösterirler. Yalan söyleye söyleye kalp devamlı yalancı intibalarla kaplanır. Ruhî hayat bir evham âlemi, bir bâtıllık sahası olur kalır. Hak nuru oraya, ara-sıra yanar-döner bir yıldız böceği hâlinde görünen bir fener gibi gelir. Artık o kalp ve onun gözleri, kulakları fayda ve zararı, hayır ve şerri seçemez olur. Kâr der, zarara koşar, iyilik der, şerre koşar, bahçeyi ateş görür kaçar, ateşi Cennet sanır atılır. "