Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Josaphat Barbaro

Josaphat BarbaroAnadolu'ya ve İran'a Seyahat yazarı
Yazar
7.8/10
9 Kişi
37
Okunma
0
Beğeni
1.335
Görüntülenme

En Eski Josaphat Barbaro Gönderileri

En Eski Josaphat Barbaro kitaplarını, en eski Josaphat Barbaro sözleri ve alıntılarını, en eski Josaphat Barbaro yazarlarını, en eski Josaphat Barbaro yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Yarım pantolonlarıyla ve ayak bileklerine kadar ulaşan deri çoraplarıyla iki çıplak adam şahın karşısında yer alıp güreş tutmaya başladılar. Birbirlerinin belini tutmayıp biri diğerinin boynunu tutmaya çabalıyor, kendilerini sıkıca savunuyorlardı. Güreşçilerden biri diğerinin boynunu tutunca, diğerinin mümkün olduğu kadar eğilip öbürünün sırtını tututarak yerden kaldırmasından, bu suretle kurtulmasından ve onu kaldırıp yere atmasından ve sırtını yere getirmesinden başka çaresi yoktu. Değilse, sadece yere düşmek güreş açısından “yenilgi” sayılmıyordu. Her ne kadar bazen onlardan biri yenilme merhalesine kadar geliyorsa da kurtuluyordu. Bu noktaya gelindiğinde diğeri yenilmeye mecbur bırakıyor ve güreşi kazanıyordu. Nihayet bu çıplak güreşçilerden biri şahın önüne geldi. Dev gibi görünen iri cüsseli bir adamdı. Genç ve uzun boyluydu. Aşağı yukarı otuz yaşlarındaydı. Şah “güreş tutması ve kendisi için bir rakip seçmesini” emretti. Fakat pehlivan diz vurup bir şeyler söyledi. Ben ne söylenildiğini öğrenmek istiyordum: “Geçen defa güreş sırasında rakiplerinden çoğunu ezdiği, yaraladığı ve ölümlerine sebep olduğundan, güreşten muaf tutulmak için Şah’tan ricada bulunduğunu” söylediler. Bu yüzden Şah, onu güreş tutmaktan muaf eyledi. Bu güreşçiye bahşiş olarak atlar verdiler. Bu oyun benim ayrılmamdan sonra gece yarısını iki saat geçene kadar devam etmiş ve başka pek çok hediye vermişlerdi.
Süvari atlarından iki bin tane vardı; demirden veya altın ve gümüşten yapılıp zincirlerle birbirlerine bağlanmış küçük dört köşeli zırhlarla örtülmüşlerdi. Demir zırhların eteği yere kadar uzanıyordu; dipleri ve püskülleri altın idi. Geriye kalan atların bazıları, tıpkı bizim atlarımız gibi deri ile bazıları ipekle bazıları ise ok geçemeyecek kadar kalın kaba ipekle örtülmüşlerdi. Süvariler de daha önce bahsettiğim türdendiler. Daha önce bahsettiğim bu demir zırhları Beşköy’de -yani bizim dilimizde “Beş şehir”- imal ediyorlar. Burasının etrafı iki mil olup bir tepenin üzerinde yer alır. Burada bu işleri yapan zanaatkârlardan başka hiç kimse oturmamaktadır. Eğer yabancı biri bu işi öğrenmek isterse, mesleği öğrendikten sonra oradan başka yere gitmeyeceğine, köyün diğer ahalisiyle birlikte yaşayacağına ve bu mesleği icra etmeye başlayacağına dair taahhüt alındıktan sonra onu kabul ediyorlar. Doğrusu, başka yerlerde de bu tür sanatlar yaygın, ama hiçbir yerde bu kadar güzel zırh ve göğüslük yapılmıyor.
Reklam
Askerin ardında görülen ve mal satan esnafın izahı ise şu şekildedir: Öncelikle, ordunun ihtiyaç duyduğu şeyleri taşıyan sayısız miktarda terziler, ayakkabıcılar, demirciler, eğerciler ve ok imalatçıları. Daha sonra, ekmek, et, meyve, şarap ve diğer şeyleri satan esnafı anmam gerekiyor. Her yerde uyulan büyük bir düzen ve tertiple hareket ediyorlar. Baharat satan attarları da ordu içinde bulmak imkân dâhilinde. İran’da ekmeğin fiyatı Venedik’teki fiyatlardan daha ucuzdur. Bir küp şarap ise dört duka’dır. Bu durum, şarabın bu ülkede sadece az bulunmasından değil aynı zamanda halkın da az içmesinden kaynaklanmaktadır.
Orada İsfahan halkının oldukça kalabalık olduğuna vakıf oldum. Bunların arasında iyi huylu ve zengin de sayılabilecek pek çok erkek var. Bazen padişahlarına boyun eğmiyorlar. Bundan yirmi yıl önce İran padişahı olan Cihan Şah bu şehre gelmiş halkını itaat etmeye mecbur bırakmış. Onları tâbi kıldıktan sonra buradan ayrılmış, ama kısa zaman sonra halk tekrar ayaklanmış. O da İsfahan’a ordu gönderip şehri yağmalamalarını, yakmalarını ve geri dönen her askerin kestiği başı yanında getirmelerini emretmiş. Askerler bu emri özenle yerine getirmişler. Öyle ki, bu sefere katılan kişilerden işittiğime göre, askerlerin kestikleri başları yanlarında götürmeye güçleri yetmemiş, sultanın emrini yerine getirebilmek için başlarını kestikleri kadınların saçlarını tıraş etmişler ve onları götürmüşlerdi
Şuşter, yolunuza devam edince üç gün sonra Teft adlı şehirlere varırsınız. Buraya bir günlük mesafede Yezd şehri bulunmaktadır ki daha önce ondan söz ettim. Oradan küçük bir şehir olan Merut’a varırsınız. Bu bölgeden iki günlük yolculuktan sonra Gürd adlı bir şehre inersiniz. Burada İbrahimî adlı bir halk oturmaktadır. Bütün erkekleri uzun sakallı olan bu yerin ahalisi, tahminime göre, ya İbrahim’in neslindendirler ya da İbrahim’in dininden.
Genave şehrinde bir köprü yapılmasını Süleyman’ın emrettiğini söylerler. Orada yuvarlak bir tepe görülüyor, sanki, onun bir tarafını kazıp altı adım yüksekliğinde bir cephe meydana getirmişler. Onun tepesinde düzlük yer alır ve etrafında kırka yakın sütun vardır. Bunlara kendi dillerinde kırk sütün anlamında “Çehel Minar” derler. Her birinin çapı
Reklam
Trabzon ülkesinin her yerinde bolca şarap yaparlar. Üzüm asmaları koruma olmaksızın büyür ve bu yüzden bu diyara özgü olarak bir küp şarabı bir dukadan daha az paraya satarlar. Onun ormanları Apulia cevizi türünden ceviz ağaçları ile doludur. Burada oldukça iyi meyveler elde edilir. Bazı beldelerde Zamora adlı bir şarap imal ederler. Buradan Türkmen Ülkesi topraklarına girilir. Buraya Ermenistan denilirdi, ama şimdi orada doğan kişilere Karakoyunlu -yani siyah renkli koyunu olanlar denilmektedir. Aynı şekilde İran ve Çağatay şehirlerine Akkoyunlu -beyaz koyunlular manasına gelir- denilir. Bunlar bu beldelerdeki boylarının isimleridir. (Nitekim biz de Guelfi, Ghibbellini, Zamberlani ve Mastruccieri gibi isimlerle sülalelere sahibiz.) Büyük bir grup bayrağın altında sülalelere sahibiz.) Büyük bir grup bayrağın altında göğüslerine vururlar.
Derbend bizim dilimizde dar ve ince demektir. Öyle ki bölgenin durumunu bilenler ona Demir Kapı derler. Doğrusu onu böyle isimlendirenlerin de hakkı var. Zira bu şehir Media’yı Saka ülkesinde ayırır. Bu yüzden İran, Osmanlı, Suriye ve aşağıdaki diğer topraklardan Saka ülkesine gitmek isteyen kişiler, Derbend’in kapılarının birinden içeri girip diğer kapısından dışarı çıkmak mecburiyetindedirler
Rahip diyor ki, Sultanın topraklarından çıkınca Müslümanlardan bir fırkayla karşılaştım. Yanık bir şekilde ve dinlerinde olan taassubla: “Kâfirlere ölüm!” diye bağırıyorlardı. İran topraklarına yaklaştıkça bu fırkanın mensupları çoğalıyordu. Bu başıbozuk halk Bakü Denizi’nin kıyı yoluna koyuldular; Şamahı, Derbend ve Tümen’e geldiler. Sayıları epey çoğaldı. Her ne kadar bazıları silahlı değilse de Tezechia’nın taşrasında ve Kafkas dağlarının sınırında yer alan Terch adlı yere, yani çoğulukla Katolik Hıristiyanların yaşadığı bölgeye gelince, hepsini kadın, erkek, çocuk- buldukları yerde öldürdüler. Ondan sonra, Yecüc ve Mecüc topraklarına da girip -her ne kadar Yunan kilisesine bağlılarsa da- Hıristiyan halka diğer kadar Yunan kilisesine bağlılarsa da- Hıristiyan halka diğer Hıristiyanlara yaptıkları muamelenin aynısını yaptılar. Daha sonra Çerkeslerin topraklarına tekrar döndüler. Her ikisi de Karadeniz sınırında olan Chipichr ve Charbatri yoluna koyuldular. Orada da insanları öldürdüler. Titracassa ve Chremuch halkı bunlara karşı bayrak kaldırana, onlarla savaşıp hepsini dağıtana -öyle ki her yüz kişiden yirmisi canını kaybetti- ve kendi ülkelerinin tarafına kaçana kadar bu işten vazgeçmediler. Bu hikâyeden o dönemdeki Hıristiyanların acınacak hallerine vakıf olunabilir. Bu olay 1484 yılında meydana geldi.
56 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.