Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Lamii Çelebi

Lamii ÇelebiLatifeler yazarı
Yazar
8.0/10
2 Kişi
9
Okunma
2
Beğeni
616
Görüntülenme

Hakkında

878 (1473) yılında Bursa’da doğdu. Asıl adı Mahmud’dur. Babası II. Bayezid’in hazine defterdarı Osman Çelebi, dedesi Yeşiltürbe’nin nakışlarını yapan Nakkaş Ali b. İlyâs Ali’dir. Gençliğinde Bursa Murâdiye Medresesi’nin hocaları olan Molla Ahaveyn ile Hasanzâde Molla Mehmed’den ders aldı. Daha sonra Nakşî şeyhlerinden Emîr Buhârî’ye intisap etti ve Bursa’nın zengin tasavvuf ve kültür ortamında tasavvuf ile edebiyatı buluşturan bir şeyh olarak yaşadı. Otuz yedi yaşında eser vermeye başlayan Lâmiî Çelebi ömrünün geri kalan kısmını yoğun bir telif ve tercüme faaliyetiyle geçirdi. İstanbul’a hiç gitmediği halde eserleriyle İstanbul edebiyat ve tasavvuf muhitlerinde tanındı. Yavuz Sultan Selim’e takdim ettiği Hüsn ü Dil sayesinde 35 akçe yevmiye ile maaşa bağlanınca yalnız ilim ve tasavvufla, eser telif etmekle uğraşarak herhangi bir resmî görev almadı. “Lâmiî’nin Hak ede rûhunu şâd” mısraının gösterdiği 938 yılında vefat ettiğinde bir tekkede şeyh olduğu mezar taşındaki “el-merhûm Şeyh Lâmiî b. Osman” ibaresinden anlaşılmaktadır. Mezarı dedesi Nakkaş Ali’nin yaptırdığı Bursa Orta Pazar Camii hazîresindedir. Hüma Hatun adlı bir hanımla evlenmiş olan Lâmiî’nin Ahmed, Mehmed ve Abdullah adlı üç oğlu ile Safiye adlı bir kızının olduğu, bunlardan Mehmed Çelebi’nin Lem‘î mahlasıyla şiirler yazdığı bilinmektedir. Emîr Buhârî’nin mânevî kişiliğiyle paralel olarak Nakşîbendîliğe olan bağlılığı, genç yaşta başlattığı şiir ve inşa çalışmalarında onu yine bir Nakşî olan Molla Abdurrahman-ı Câmî’ye yönlendirmiş ve daha sonra Câmî’nin önemli eserlerini Türkçe’ye çevirmesini sağlamıştır. Nitekim bu tercüme yoğunluğu sebebiyle bazı kaynaklar (meselâ bk. Âşık Çelebi, vr. 108b; Latîfî, s. 290) kendisini Câmî-i Rûm olarak anmış, bazısı da bu lakabı abartılı bularak şairlik yönünden Abdurrahman-ı Câmî ile kıyas edilemeyeceğini söylemiştir (Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı, s. 266-267). Lâmiî Çelebi, çok iyi bildiği Arapça ve Farsça sayesinde İslâm coğrafyasının edebiyat ve tasavvuf birikimini iyi değerlendirmiş, bilhassa Molla Câmî’nin Farsça eserlerini tercüme ederken nazım ve nesirdeki başarısının en üst seviyesine çıkmıştır. Gerek medresede öğrendiği ilimler gerek tasavvuf çevrelerinde kazandığı irfan ve olgunluk gerekse araştırmacılığı, yaptığı tercümelerin monoton çeviriden ziyade günün şartlarına göre şekillenen adaptasyon çalışmaları biçiminde yazıya dökülmesini sağlamıştır. İnzivâyı seven ağır başlı bir kişiliğe sahip bulunmasına rağmen Lâmiî Çelebi’nin tok sözlü ve hazırcevap olduğu, fikirlerinde ısrarcı, hatta zaman zaman hezliyyâta meyyal bulunduğu bilinmektedir. Lâmiî Çelebi divan edebiyatının en çok eser veren temsilcilerinden biridir. Nazım, nesir ve nazım-nesir karışık olarak telif ve tercüme ettiği kitaplarının sayısı otuzu bulmaktadır. Divan edebiyatı, o güne kadar Türkçe’de örneği bulunmayan bazı Şark mesnevilerini Lâmiî’nin kaleminden tanımış ve yine onun yaptığı tercümeler sayesinde yeni konular edinmiştir. Sanat gösterme endişesine fazla kapılmayan Lâmiî Çelebi, oluşturduğu nazım ve nesir dili sayesinde başta tasavvuf muhitleri olmak üzere ilmiye ve sanat ortamında haklı ve kalıcı bir şöhret kazanmıştır.
Tam adı:
Lamii-zade Abdullah Çelebi
Unvan:
Divan şairi ve Nakşibendî şeyhi
Doğum:
Bursa, 1473

Okurlar

2 okur beğendi.
9 okur okudu.
6 okur okuyacak.
Reklam

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
FATİH İLE İRANLI TÜCCAR
Lâmiî Çelebi anlatıyor: Babam şöyle anlatmıştı: Bir gün Fatih Sultan Mehmed huzurunda defterdarlık işiyle uğraşıyorduk. Sohbet esnasında vezirleri ve diğer bürokratlar, zehirli böcekler ve can yakıcı hayvanlardan bahsetmeye başladılar. Kimi Türkistan yılanından, kimi Arabistan kenesinden, kimi de Anadolu'nun akrep, çıyan, sivrisinek ve piresinden söz açtı. Bir ara Acem defterdarı olan bir arkadaşım dedi ki: - Sultanım! Horasan'da bir şehir var. Havası son derece iç açıcı, suyu berrak ve tatlıdır. Ama o şehirde son derece zehirli bir yaratık vardır. Soktuğunu kimse anlamaz, sadece izinden anlarlar. Kimi sokarsa, soktuğu yerde ateş yanıyor zanneder. Bir süre sonra da o kişi tulum gibi şişer, oracıkta canını teslim eder. İmdi, o şehir halkı bu böceğin hassasını bildikleri için ona karşı bir ilaç geliştirmişler. Ne zaman içlerinde bir çocuk dünyaya gelse ya da bir yolcu o diyara uğrasa, hemen köpek dışkısını sütle veya suyla ezip içirirler. Böylece o kişi, bu bela ve afete uğramaktan kurtulur. Her kim ayda bir kez bundan yese sonsuza dek o yaratığın zararından güvendedir, isterse günde bin kez soksun zarar görmez. İranlı defterdarın hikâyesini dinleyen Fatih Sultan Mehmed ona: - Bu hikâyeyi kendin görüp mü söylüyorsun, yoksa sadece başkasından duyduğun bir efsane mi? diye sordu. İranlı defterdar: - Hayır devletli hünkârım! Bendeniz o şehirde iki yıl kadar bulundum. Bu anlattıklarımı bizzat gözümle gördüm, cevabını verdi. Sultan gülerek dedi ki: - Anlaşıldı, sen de o ilacı tecrübe etmiş, o devanın tadına bakmışsın demek! Orada bulunanlar epey gülüştü, İranlı defterdar ise utancından kıpkırmızı kesildi.
NE KADAR DAYAK YİYECEKSİN KİM BİLİR?
Bir gün Behlül-i Dânâ, Harun Reşit'in tahtında olmadığını görür. Hemen onun yerine oturur. Ansızın görevliler gelince Behlül'ün halifenin yerine oturduğunu görürler. - Bre edepsiz, ne yapıyorsun? deyip bir iki tane vururlar. Behlül'ün gözlerinden sel gibi yaş boşanır. Tam bu sırada halife çıkagelir. Behlül'e iyi davranıp onu sakinleştirir. Sonra da: - Niçin ağlıyorsun? diye sorar. Cevap alamayınca görevlilere: - Buna ne oldu? Neden ağlıyor? diye sorar. Görevlilerden biri der ki: - Ey müminlerin emiri! Sizin yerinize geçmiş oturuyordu, görünce kızdık ve terbiye etmek için bir iki kez vurduk. O yüzden ağlıyor. Bunun üzerine Behlül dedi ki: Hayır, ben onların vurması yüzünden ağlamıyorum. Sana üzüldüğüm için ağlıyorum. Ömrümde bir kez bu makama oturdum ve bu yüzden o kadar dayak yedim. Sen her gün oturuyorsun, ne kadar dayak yiyeceksin kim bilir?
Reklam
Gurur şarabını içip de dünya meclisinde sarhoş gezme!
HÜVESİNE GÖRE DARABESİ VAR
Pazarlı demekle meşhur bir meczup vardı. Bazı ilim erbabı, ne zaman arasalar onu bir tekkede bulurlardı. Bir köşede oturur, her şeyden el etek çekmiş bir vaziyette sefasını sürerdi. Kimsenin etlisine sütlüsüne karışmaz, kendi halinde geçinir giderdi. Tekkesinin duvarında sülüs hatla yazılmış büyük bir "hüve (O)" yazısı vardı. Gelenlerden biri dedi ki: Bre Pazarlı! Darabe (dövdü) fiilinin tahtında (altında) "hüve" gizlidir, derler. Bunun gibi büyük "hüve" nasıl olur da darabenin altında gizlenir? Pazarlı cevap verir: - Siz delisiniz galiba! Hüvesine göre darabesi olduğunu bilmez misiniz?!.
Yüzün yahut bedenin çirkin olursa sıkıntı değil. Kalbin çirkin olursa, işte asıl sıkıntı budur. Gizli ve açık bütün günahların ortaya çıkacağı günü düşün! Asıl güzellik budur.
Henüz kayıt yok

Yorumlar ve İncelemeler

Tümünü Gör
Reklam
112 syf.
10/10 puan verdi
·
8 günde okudu
Nükte-i Hayat
Letâifnâme, hem güldüren hem de düşündüren bir kitap. Lâmiî Çelebi, önce insanı, sonra toplumu yoldan çıkaran kötü huyları eleştirmiş, insanoğlunda zaafın her zaman olabileceğini örnekleriyle gözler önüne sermiş, mizah ve nükte barındıran çeşitli hikâyeler yardımıyla yol göstermeyi amaçlamış. Letâifnâme'de tarihî şahsiyetlerin yanı sıra hayvan hikâyeleri de kullanılmış. Son bölüm hayvanlar âleminden örnekler barındırır. Hikâyelerde devlet yönetirken doğru davranmanın önemi, iyi bir idareci olmanın yolları, dini kullanan sahte şeyhlerin eleştirilmesi, komşu hakkı, adaletli olmak, tövbe, tevekkül, aklını kullanmak, kanaat, şükür, yalana kanmamak ve kula kulluk etmemek gibi hasletleri oldukça çarpıcı hikâyeler yardımıyla öne çıkarmış. Bilhassa dindar görünerek makam mevki sahibi olmuş, bunu başkalarını ezmek için fırsat bilmiş tipleri eleştirmiş, bu kişilerin çoğalması yüzünden toplumların çöktüğüne işaret etmiştir. İbret hissenizin bol olması temennisiyle.
Nükte-i Hayat
Nükte-i HayatLamii Çelebi · Hasbahçe Yayınları · 20232 okunma
·
Puan vermedi
Latifeler 1978
Örneklerle hayat hikayeleriyle sultanlar ve nicelerinin söz üzerine yapılan güzel latifelerinin derlendiği bir kitap öyle başına oturup okunacak bir kitap değil açıkcası… Yanına bir roman koyup bazen inceleme ve güzel sohbetlere örnekleyebileceğimiz bir kitap… Her latife gerek bent, gerek şiir gerekse kıt’a larla çeşitlendirilmiş…
Latifeler
LatifelerLamii Çelebi · Tercüman Yayınları · 19787 okunma