Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

M. Uğur Derman

M. Uğur DermanÖmrümün Bereketi : 1 yazarı
Yazar
9.7/10
4 Kişi
16
Okunma
15
Beğeni
1.088
Görüntülenme

M. Uğur Derman Sözleri ve Alıntıları

M. Uğur Derman sözleri ve alıntılarını, M. Uğur Derman kitap alıntılarını, M. Uğur Derman en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Eskiden, "her hali ölçülü ve tertipli; kavli ve fiili (sözü ve hareketi) tutarlı" kimseler için kullanılan bir "rabıtalı adam" tabirimiz vardı.
Sayfa 263Kitabı okudu
Taklid, her san'atda mezmum addedildiği halde, yazıda makbul sayılan güç bir işdir.
Sayfa 56
Reklam
Ele geçmiyorsa sevdiğimiz, ne çare eldekini sevmeliyiz...
Sayfa 248Kitabı okudu
Eskiden çıraklar, şimdikilerin aksine, ustalarının hayır duasını almaya çok gayret ederler ve sanatlarında böylelikle ilerleyebileceklerine inanırlardı.
Sayfa 67
"Eğer, eski meşklerinize baktığınızda 'ben bunları hocama nasıl göstermişim?' diyebiliyorsanız, bu, hattat olacağınıza işârettir."
Evlad-ı beşer mahvederek mahvolacaktır, Her lahza şu vadi-i bela kan dolacaktır
Sayfa 173 - Tevfik FikretKitabı okudu
Reklam
Yazıya yeni başlayanların kalemleri de, bu büyük hat üstadının (Şeyh Hamdullah) kabir toprağına bir hafta müddetle gömülür ve çıkartıldıktan sonra, bu kalemle yazı öğrenmeğe başlamakdan manevi bir feyiz umulurdu.
Sûzişli karar verdin Cemîl! Bitdi o nevâ-yı şevk Cemîl! Tanbur sükûta vardı: giryân oluyor Feryâd ediyor şu sîne, billah, Cemîl! Mızrâb-ı ecel, âh, ey üstâd-ı gına! Sâz-ı tenini etdi halel-yâb-ı fenâ Eyvâh, o nevâ-yı şevk bitdi, bilsen Dünyâda negam şimdi, ne gam oldu bana.
16. asrın sonlarında Osmanlı idaresine geçen Amasya Buharalı Türk’ün hicret yeri olmuştu. Bunlar arasında, “Sühreverdi” tarikatına mensup bir şeyh de vardı. İsmi Mustafa olan bu genç “Dede” Peygamberimizin “Evleniniz, çoğalınız” emrine, şahsı için uyma zamanının geldiğine kanaat getirmişti. Bu fikirle, bir gün Amasya’da gezerken, keşfi açık mübarek bir zata rastladı. Bu zat, onun kalbinden geçenleri okuyup, “Ey Dede! Senin evleneceğin, filan mahallede bir fakir kadının kızıdır, ondan başkası değildir. Almakta tereddüt etme!” dedi. Mustafa Dede, hemen bu emri yerine getirip, o fakir kızını buldu ve aldı. Sonra, o keşfi açık zat ile tekrar görüşerek bu tavsiyenin sebebini sordu. Mübarek, bu defa ellerini kaldırdı ve “Madem ki, sen o fakirenin kızını aldın. Allah, sana ondan öyle ir çocuk versin ki, kemalatı, irfanı ve güzelliği, her yerde bilinip söylensin, namı kıyamete dek kalsın, ismi de Hamdullah olsun” diye dua etti. İşte “Hamdullah” ismini verdikleri istikbalin hat dehası, 1429 yılında Amasya’da doğdu. Büyüyüp de, güzel yazıya karşı alaka duyunca – muhtemelen Amasya’da oturan- devrin hat üstadı Maraşlı Hayreddin’e devama başladı, icazet aldı. Bu arada, hocasının hocası Abdullah-ı Sayrefi’nin yazılarını tedkik ederek ile görgüsünü artırdı.
Bir kısım hattatlar, vefatlarında onun civârına defnolunmayı bir şeref saymışlardır. Yazıya yeni başlayanların kalemleri de, bu büyük hat üstâdının kabir toprağına bir hafta müddetle gömülür ve çıkartıldıkdan sonra, bu kalemle yazı öğrenmeğe başlamakdan mânevî bir feyiz umulurdu.
Sayfa 87 - Şeyh Hamdullah'tan bahsediliyor. Kabri Karacaahmed Mezarlığı'ndadır
Reklam
Ne demişler:"Mangal kenarı, kış gününün lale-zarıdır". Şimdi, yerini kalorifere bırakmanın yanıklığı içinde, o lale bahçesi artık külden ibaret...
Sayfa 132Kitabı okudu
1481’de Fatih’in vakitsiz ölümü üzerine, Şehzâde Bayezid, İstanbul’a saltanat gayesiyle gitti. Hocası ve dostu Hamdullah’ı da çağırdı. Ancak, taht kavgaları, onu bit müddet arayıp sormasına mâni oldu. Nihayet, Hamdullah Efendi İstanbul’a gelip, akrabasından iki Amasyalı hattatın evine indi. Padişahı aramadı. Lakin, Saray kapıcılarından birinin, Padişaha arzuhalini yazdı. Onun hattını tanıyan Bayezid Han, arizayı yazanın derhal buldurtulmasını emretti ve artık bu vefakâr dostunu bırakmadı. Hareminde ona bir yer verip “saray katibi” ve “yazı muallimi” olarak hat ile istediği şekilde uğraşmasını sağladı. Yazarken, hokkasını tutar, rahat etsin diye sırtını yastıklarla beslerdi.
Genç Necmeddin’in birincilikle mezun olduğu Ravza-i Terakkî, devrinin en kudretli öğretim müesseselerindendi. Nitekim, aynı senelerde buradan feyz alan üç arkadaş, seksenli yaşlarında mesleklerinin pîri unvanını almışlardı: Necmeddin Okyay (1883-1976) : Şeyh’ul Hattâtîn Hafız Ali Üsküdarlı (1883-1977) : Reis’ul Kurrâ Burhan Felek (1889-1982) : Şeyh’ul Muharrirîn
Bu çok cebheli zâtın bir başka hususiyeti de, Osmanlı topraklarında yaşayan muhtelif kavimlerin Türkçeyi konuşmalarındaki lehçe farklılıklarını bir tiyatro artisti kadar başarıyla taklit edebilmesiydi. Sadece bununla da kalmaz. başda Sami ve Edhem efendilerle İbnülemin Mahmud Kemal Bey ve Gülcü Şükrü Baba olmak üzere, tanıdığı bâzı zevâtın konuşmalarını da mimiklerine varana kadar aksettirirdi. Dinlerken gülmekden katılırdınız; bulunduğu toplantılara sohbetiyle neş'e katardı. Osmanlı topluluğunda mûtad olan şifahi kültürü bütün nükteleriyle aktarmanın çok başarılı bir temsilcisiydi. Batıda namını duyan ilahiyat ve şarkıyat âlimleri İstanbul'a uğradıklarında ziyâretine gelirlerdi. Bunlardan Prof. Dr. Muhammed Hamidullah'ın Necmeddin Efendi'yle görüşmesinden sonra, onu, gıyâbında "bakıyyetü's-sâlihîn" (salih kişiler zümresinin sona kalanlarından) olarak vasıflandırmasını daima hatırlayacağım.
Sayfa 363
Necmeddin Okyay Üstadın Hattat Sâmi Efendi'nin vefatına düştüğü beyit
Serferû eyler cihân, târîh-i Necmeddin için: Göçdü Sâmi, kaldı Râkım mesleki üstadsız...
Sayfa 365
40 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.