Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Mehmet Eröz

Mehmet ErözMarxizm Leninizm ve Tenkidi yazarı
Yazar
8.5/10
18 Kişi
87
Okunma
10
Beğeni
2.225
Görüntülenme

En Yeni Mehmet Eröz Sözleri ve Alıntıları

En Yeni Mehmet Eröz sözleri ve alıntılarını, en yeni Mehmet Eröz kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Rus'lar, Şah İsmail Türbesi'ni talan ederek, Leningrad Hermitage Müzesi'ne götürmüşlerdi. Rusya'da 1961 yılında toplanan "ilmî Ateist Propaganda Konferansı"nda, islâm Dininin kalıntılarına ve "Pir" kültürünün tesirlerine karşı savaşmanın ilmi yolları araştırıldı. Alma-Ata' da çıkan Partinaya Zhizn Dergisi, Ahmet Yesevi Türbesi'nin, din düşmanlığını yayan bir müze haline getirileceğini yazıyordu. Ayni makaleden öğrendiğimize göre, 1956'da Stalinabad'da yapılan Arkeologlar ve Etnoğraflar ikinci Kongresinde, İslâm Dinine karşı başarılı savaş verilemediği itiraf ediliyor, yeni yollar aranıyordu. 1959'da yüzlerce yatır yıkılmış, türbe bekçileri, "serseriler", "tüccarlar", "müstebitler" töhmeti altında sürgüne gönderilmişti. Ramazan ve Muharrem orucu ve adak, kurban kesilmesi aleyhine şiddetli bir kampanya açılmıştı. Sosyalizmin, dine ve bu arada Alevilerin inaçlarına karşı aldıkları pek çok tedbir ve uygulama vardır ki, burada anlatmağa imkân yoktur. Onlar başa geçinceye kadar, her inanca hürmetkâr görünür, sonunda amansız darbelerini vururlar.
Sayfa 143 - Türk Dünyası Araştırmaları VakfıKitabı okudu
Türk'lerin birbirine küsmelerinden, mezhep ayrılığı içine düşmelerinden üzülenler olmuştur. Bunlardan biri, İran Şahı (Avşar Türk'lerinden) Nadir Şah'tır. Mezhep ayrılığını kaldırmak, Türk'leri kaynaştırmak için, Türkiye'ye bir ilim heyeti göndermiş idi. Çeşitli sebeplerden bu teşebbüs, sonuç vermedi.
Sayfa 143 - Türk Dünyası Araştırmaları VakfıKitabı okudu
Reklam
17. Yüzyılda Almanya, İran'ı kışkırtarak, Sünnî Türk'lerle Şii Türk'leri birbirine kırdırmağa çalışıyordu. Bu maksatla Ruslar, Kaygusuz Abdal adına Türk'leri birbirine düşürücü şiirler tertip ediyorlardı. 1920' de İngiliz Başbakanı Lord Curzon'a gönderilen raporda, "Sünniler ile Şiiler arasındaki zıtlık büyüktür, biz bu zıtlığı daha da geliştirebiliriz" deniliyordu. Milliyet'te tefrika edilen yazısında, David Hotham adlı bir İngiliz gazetecisi, Türkiye'deki Alevi-Sünni ayrılığını arttırmağa çalışıyordu.
Sayfa 142 - Türk Dünyası Araştırmaları VakfıKitabı okudu
Hz. Ali'nin "Düldül" isimli atı, Türk muhayyelesinde at sevgisi ile birleştirilmiş ve menkıbeye bürünmüştür.
Sayfa 140 - Türk Dünyası Araştırmaları VakfıKitabı okudu
Orta Asya'da, şamanist topluluklarda, kartal, ilk yaratıcı varlık olarak kabul edilir.
Sayfa 140 - Türk Dünyası Araştırmaları VakfıKitabı okudu
Bozkurt; Türk uruklarının en büyük töz (totem)lerinden biridir. Hun Türklerinin bir kolu olan Tu-cje'ler, kurt'tan türediklerine inanırdı. "Büyük dedelerini kurt, kendi yavrularıyle birlikte güdüyor, inine götürerek besleyip büyütüyor". Bu yüzden bayrakların üzerine kurt kafası bulundururlardı Türk kabilelerinde, kurttan geliş
Sayfa 135 - Türk Dünyası Araştırmaları VakfıKitabı okudu
Reklam
Bektâşîler, ölümü, "don değiştirmek" yani, kılık kıyafet değiştirmek, başka şekle girmek sayarlar. Bu kelime üzerinde biraz durmak gerekiyor. Eski Türkçe'de, "ton veya don", "elbise, kılık" demektir. Bugün Azerbaycan Türkleri aynen kullanıyor. Orta Asya'da da aynı şekilde kullanılır. Türkiye'nin çeşitli yerlerindeki köylerde ve süvarilikte, atın renginden söz etmek, gülünç olmak demektir. Onun yerine, atın donu"nda bahsedilir ki, bunlar da, "kır, demir kırı, al, doru, kulâ, yağız, bakla kırı"dır. Dede Korkut destanlarında, yas alâmeti olarak, "ağ donları çıkarıp, karalar" giyildiği anlatılır. Altaylı'larda topluluğun bütün üyeleri aynı elbiseyi giyer. Bu, Türk cemiyetinde keskin bir sınıf farklılaşmasının olmayışının bir işaretidir. Aynı elbise ile gezen Altay Türkleri, giyimine bakarak insanların ayırt edilemeyeceğini belirten bir ata sözüne sahiptirler. Bu ata sözünde, "ton", "kürk" demek oluyor: "Ton içinde er yürer anı kem piler? Tokum aldında at yürer anı kem piler?" (Kürk içinde er yürür, onu kim bilir? Belleme altında at yürür, onu kim bilir?)
Sayfa 125 - Türk Dünyası Araştırmaları VakfıKitabı okudu
Eski Türklerin, "Tamu" (cehennem), "uçmağ" (cennet) terimleri, Alevî şairlerine aynen geçmiştir. Bunlardan bir iki örnek verelim. Abdal Musa, "Yedi tamu bize nevbahar oldu, sekiz uçmak içindeki köydenüz" der. Muhyeddin Abdal bunu, "yedi tamu, sekiz bab" diye anlatır. Kul Hüseyin, "sekiz uçmak elinden" söz eder.
Sayfa 123 - Türk Dünyası Araştırmaları VakfıKitabı okudu
Türkmenlerin rüzgâr gibi atları üstünde, bambaşka kıyafetleri ve "kadınlarınkine benzer uzun saçları", mızrakları ve yaylariyle görünüşleri, Ortadoğunun çehresini değiştirmişti. "Bu asırda Türklerde ileri gelenlerin başlarının yalnız ön kısmını tıraş ettirip, asâlet alâmeti olarak arkada, saçları üç örgü halinde bırakmaları âdeti (vardı). Krallar ve hükümdarlar ise hiç saç kestirmezlerdi. (Henüz Hristiyan olmamış ve Slavlaşmamış olan Bulgar'ların) kralı 'Kurum Han'ın Madara'daki kaya kabartmasında böyledir. Diğer taraftan cenübî Rusya bozkırlarında bulunan Türk kavimlerine ait taş heykellerin ekserisinde, başın arka tarafından aşağı doğru sarkmış üç saç örgüsü bariz surette gösterilmiştir."
Sayfa 123 - Türk Dünyası Araştırmaları VakfıKitabı okudu
Yalnız Aleviler arasında değil, Sünni köy ve kasabalarında da, "Ay"la ilgili inançlar devam etmektedir. Ay'a, "Ay Dede" denmesi ve Kıbrıs Türkleri'nin yeni ay doğduğunda, bir erkeğin yüzüne bakmaları, bunun belirgin örneğidir. Rahmetli dedem Serçinli Hasan Efendi'den edindiğim din bilgisi ve ilmihal malümatı arasında, "Ay" inancı ile ilgili Amentü" de vardı. Bilindiği gibi "Amentü'de," "Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, hayır ve şerrin Allah'tan geldiğine, öldükten sonra dirilişin olduğuna iman edilir ve Allah'tan başka Allah olmadığına ve Hz. Muhammed'in onun kulu ve peygamberi olduğuna kalple ve dille iman getirilir". Rahmetli dedemden öğrendiğim şekilde, her yeni ay doğduğunda göğe bakarak, Ay'ı gördüm Allah, âmentü billåh ve melâiketihi ve kütübihi…"yi okumak ådet ve alışkanlığını edinmişimdir ki, Türkiye'nin pekçok yerinde bunun var olduğunu biliyorum. Bu, İslâm inancının, özünü sarsacak birşey değildir; sadece masum bir gelenektir.
Sayfa 119 - Türk Dünyası Araştırmaları VakfıKitabı okudu
Reklam
İsmail Bilinci, elli yıl kadar önce, oymakların en yaşlısı ve en bilgilisi olan, 85 yaşındaki Kör Hacı Osman'a, asıllarının nereden gelme olduğunu soruyor. iki gözü de görmeyen, mektep medrese görmemiş olan bu ihtiyar, sorulan soru üzerine, yaylada yaz sıcağından korunmak için gölgesinde oturduğu ağaca, sırtını iyice dayadıktan sonra, görmeyen gözlerini uzaklara dikerek: "Oğul! Böyük suval sordun. Bu yaşa geldim, daha bunu bana kimse sormadı. Dedemden duyduğuma göre, biz evvelce Horasan Elinde Güneşe daparmışız. Sabahlayın, Şaban Baba adında bir abdal, davulla halay çektirir, Tanrımız doğuyor deyerekten, güneşe daptırırmış. Nameyle Müslüman olmuşuz. Anadolu'ya akın yapmışız. Güneşi yaradanın Allah olduğunu bilip, bundan vazgeçmişiz, Şaban Baba da, aşiretten faydalandığından, oğlu evlenenin düğününü, sünnet olanın sünnet düğününü yaparak, içimizden ayrılmamış" şeklindeki mühim açıklamayı yapmış. Burada, davulu ile "Şaman" (Şaban Baba) ve Alevilerin "Abdal"ı göze çarpıyor. Ayrıca, Anadolu'daki gezginci Abdal'lara da, Türk içtimaî teşkilâtında ve din hayatında yer verilmiş oluyor.
Sayfa 113 - Türk Dünyası Araştırmaları VakfıKitabı okudu
İbn Fazlan'ın verdiği bilgiden öğreniyoruz ki, Başkurt'lar, Alevi ve Bektâşîlerin On iki İmam inancına yakın bir semavi güçler inancına sahip idiler. Başkurtlar, gökte bulunan en büyük Tanrı'ya ve onun aşağısında bulunan On iki Tanrı'ya inanırlardı. Bütün Şamanist Türk ulusları ve urukları, bir büyük Gök Tanrısı'na ve ona bağlı olan daha küçük derecedeki Tanrı'lara inanırlar. Altaylı'ların gök veya atmosfer Tanrı'sından sonra en büyük yeraltı Tanrısı, "Erlik Han"dır.
Sayfa 110 - Türk Dünyası Araştırmaları VakfıKitabı okudu
İbn Fazlan, Oğuz Türklerinin bir haksızlığa uğradıkları zaman, başlarını göğe kaldırarak, "Bir Tanrı" dediklerini söylüyor. İbn Fazlan'ın verdiği bu bilgi, Onuncu asıra aittir. Ondan yüz yıl sonra, meşhur Divân'ını yazan Kaşgarlı Mahmud, aynı şeylerden bahsederken, bu inanışları, islâmî bakımdan şiddetle tenkit eder. Kaşgarlı bu konuda şöyle der: "Yere batası kâfirler göğe 'Tengri' derler. Bu yözden bu gibi şeylere yükünürler (secde ederler). Yine bunlar bilgin kimseye 'Tengrigen' derler. Bunların sapıklıklarından Tanrı'ya sığınırız" "Moğolların Gizli Tarihi"nde Temuçin (Merkitlerin elinden kurtulduktan sonra) güneşe bakıp saçı açtı ve "Burkan Haldun'a her sabah tapmalıyım. Neslimin nesli böyle bilsin" diyerek kuşağını boynuna astı, külâhını eline takıp göğsünü açtı, dokuz defa secde etti". Kurultay'da Cengiz Töresine göre han seçildikten sonra üç kere çenk çalınır ve "günün ortasında güneşe teveccüh olunarak çenkler tekrar çalınır. Ve herkes buna (güneşe) secde eder." Bu toplantı, ilkbaharda yapılır ve sonunda şölen verilirdi.
Sayfa 109 - Türk Dünyası Araştırmaları VakfıKitabı okudu
Şark mitolojisinde meyvaları insan olan ağaca, "Vakvak" denir. 1656'da isyan eden Yeniçeriler, birçok devlet ileri gelenlerini, Sultanahmet avlusundaki bir çınar ağacına asmışlardı. Bu yüzden bu vak'aya "Çınar Vak'ası" veya "Vak'ai Vakvakiye" denir. 1825'de Yeniçeri Ocağı ortadan kaldırıldığında birçok âsinin cesedi bu ağacın altına atılmıştı. Keçecizade izzet Molla bunu telmihen şu dörtlüğü söylemişti: Bir zaman ehli fitne Camii Hanı Ahmet'te Bi günah asmıştı kullarını Hallâkın Şimdi erbabı şıkanın dökülüp kelleleri Meyve vaktine yetişik şeceri Vakvakın
Sayfa 106 - Türk Dünyası Araştırmaları VakfıKitabı okudu
Yörükler, Türkmenler ve birçok köyler halkı, ulu ağaçları kesmenin iyi bir şey olmadığına, uğursuzluk getireceğine inanırlar, bazı kutlu tanınan ağaçlara bez bağlarlar. Bu ağaçların dibindeki yatırlardan dilekte bulunurlar.
Sayfa 106 - Türk Dünyası Araştırmaları VakfıKitabı okudu
135 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.