Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Muhammet Altaytaş

Muhammet AltaytaşHangi Din? yazarı
Yazar
Derleyen
8.5/10
4 Kişi
5
Okunma
0
Beğeni
854
Görüntülenme

Muhammet Altaytaş Sözleri ve Alıntıları

Muhammet Altaytaş sözleri ve alıntılarını, Muhammet Altaytaş kitap alıntılarını, Muhammet Altaytaş en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Ha taht üstünde ölmüşsün ha da toprak üstünde Ne fark eder bu dünyadan bu can gittikten sonra?
Şeyh Sâdî-i Şirâzî -rahimehullah- şöyle der:
Bâl açıp uç der isen der üştürem Yük götür dersen döner der târiem Eğer devekuşuna uç dersen lisân-ı hâl ile "Deveyim." der ve "Uçmak devenin şânından değildir." diye cevap verir. Eğer yük koymak istersen "Kuşum." der. Sonuç itibariyle devekuşu ne uçmağa yarar ne yük çekmeye yaramadığı gibi nefs-i emmâre de Hakk'ın yolunda bir şeye yaramaz.
Reklam
Turan Dursun'un Kur'an'da, "Allah'ın birliğinin açık olmadığı, meleklerin Allah'ın yardımcıları, ortakları olduğu veya Allah'ın birliğinin yeni bir şey gibi sunulduğu" iddiaları, yazarın şartlanmışlığının anlama yetilerini nasıl etkisizleştirdiğinin, aslında anlama gibi bir niyetinin de olmadığının ilginç örneklerindendir. Zira Kur'an'da "Allah'ın birliğini, eşi, benzeri ve ortağının olmadığını, meleklerin de Allah'ın "şerefli kılınmış kulları" olduğunu, mutlak güç ve iradenin yalnızca O'na ait olduğunu farklı şekilde ve bağlamda ifade eden yüzlerce ayet vardır. Hatta Kur'an'ı gerçekten önyargısızca, anlamak için okuyan her kişi rahatlıkla Kur'an'ın temel vurgusunun, evrensel İslam öğretisinin ve vahiy geleneğinin temeli olan "tevhid" ilkesi olduğunu, hiçbir yoruma gerek kalmadan görebilir. Zaten bundan dolayı "Tevhid dini" tanımlaması, adeta "İslam"la bütünleşmiştir. Yine Kur'an, -Allah'ın birliği (tevhid) inancını yeni bir şeymiş gibi sunması bir yana- Allah'ın gönderdiği bütün peygamberlerin "Allah'ın birliği" inancını vurguladıklarını ısrarla bildirir
Kim ki kendü aybına nâzır ola Kendünün ıslâhına kâdir ola Herk im kendi ayıbını görürse onun ruhunda bir kuvvet ortaya çıkar. Nitekim "Kişi noksanını bilmek gibi irfân olmaz." denmiştir.
Yine Peygamberimiz Medine'ye hicret ettikten sonra Medine Yahudileriyle Hristiyanları, İslam'ı içinden yıkmak için şöyle bir plan hazırladılar: Bazıları görünürde müslüman oluyor bir müddet sonra İslam'dan döndüklerini açıklıyorlar ve şöyle diyorlardı: "Ben ne öğretip kendisi için yazdımsa, Muhammed yalnızca onu bilir, başka bir şey bilmez." Amaçları müslümanları İslam'dan döndürmek ve onların şevklerini kırmaktı. Al-i İmran suresinin 72.ayeti de bu durumu açıklar: "Geçmiş vahyin izleyicilerinden bazısı (birbirlerine) şöyle der: (Muhammed'e) günün başında vahyedilene inandığınızı söyleyin, daha sonra geleni ise inkar edin ki (inançlarından) belki geri dönerler. Turan Dursun gibi bazıları, Putperest Arapların, Yahudi ve Hristiyanların kendilerinin bile inanmadığı, fakat siyasi bir taktik olarak kullandığı yöntem ve iddiaları sahiplenmektedir. Aradan yüzyıllar geçmiş olsa dahi benzer amaçlar için benzer iddia yöntemleri gündeme getiren Turan Dursun'un bu tavrı inanç karşıtı ideolojik bir mücadele yöntemi olarak anlaşılır bir durum olmakla birlikte, bunu bilimsel bir tez olarak ileri sürmesinin kabul edilebilir bir yanı yoktur.
:D
Erdoğan Aydın'ın “Ibn-i Sina gibi Islam filozoflarının da peygamberligi, felsefenin gücü olarak görüp reddettigi” şeklindeki görüşleri gerceği yansıtmamaktadır. İbn-i Sina'ya gore, ‘insan icin toplum hayatı, bu hayat için yasalar ve adil bir yönetim, bunu gerçeklestirmek için de mucizelerle desteklenmiş bir peygamber gereklidir.“ Hatta O'nun, peygamberligi kanıtlamak için telif ettiği, Isbatu’n-nübuvvat isimli eseri vardır.
Sayfa 126
Reklam
Kur'an'ın özellikle gaybi konularda kullandığı dil, sembolik ve mecazidir. Eğer biz Kur'an'ın her ifade, cümle ve ibaresini zahiri(literal) anlamıyla alarak onun bir mecaz, sembol olması ihtimalini göz ardı edersek, ilahi vahyi doğru anlama imkanını yitiririz. Bu nedenle Kur'an'ın Allah hakkındaki ilk bakışta antropomoformik görünen ifadeleri; Allah'ın "gazap etmesi, cezalandırması, eli, yüzü, gözü" gibi ayetleri mecazi ve semboliktir. Zira Kur'an'ın birçok muhkem ayeti, "O'nun eşi ve benzeri olmadığını, hiçbir şeye benzemediğini, aşkın bir varlık olduğunu" açıkça bildirmektedir. Kur'an'daki antropomorfik ifadeler bize Allah'ın mahiyetini tanıtmaz; fakat O'nun hakkında bilgi verirler. Bu ifadelerin bizzat insani içerikleri Allah'a atfedilemez. Fakat manevi, akli sonuçları O'na izafe edilebilir. Ancak yine Kur'an'ın ifade ettiği gibi; "Kalpleri hakikatten sapmaya meyilli olanlar, sırf kafaları karıştıracak şeyler bulmak için ve ona (keyfi) anlamlar yüklemek amacıyla, ilahi kelamın müteşabih(mecazi) olarak ifade edilen kısmına uyarlar."
Erdoğan Aydın ise, Tanrı'nın olmadığına ilişkin kanaatini şöyle temellendirmeye çalışır: Tanrı'nın mutlak egemeni olduğu dünyada, binlerce yıldan beri süregelen adaletsizlik ve zulüm; O'nun yokluğunu göstermeye yeterlidir. Eğer mutlaka Tanrı'nın varlığı kabullenilecekse O'nun zalim bir tanrı olduğunu düşünmek gerekir. . . . Yazarların da üzerinde önemle durdukları, mükemmel bir Tanrı'nın olduğu dünyada kötülüğün bulunması, teizmin; tarih boyunca hem felsefi hem de dini boyutta tartışılan, çok farklı görüşler ve çözüm yolları önerilen ama birçok felsefi problem gibi bir sonuca bağlanamayan bir sorunu olduğu doğrudur. Şu kadar var ki, sadece iyiliğin olduğu bir dünyada, insanın özgürlüğünden ve ahlaki imtihanından söz edilemeyeceği gibi, bu durumda insan melek, dünya da cennet olurdu. İslam inancına göre dünyanın geçici olduğu varlık aleminde zaten cennet ve melek ayrıca vardır. Yine dünyadaki kötülüklerin çoğunun failinin de insan olduğu ortadadır. Özetle, M. Aydın'ını deyişiyle, "Kötülük problemi ne teizmin geçersizliğini gösterecek ne de ateizmi kurmak gibi bir görevi yerine getirecek güçtedir."
Yazarların, Hz.Muhammed'in kişiliğiyle ilgili olarak, şehvet düşkünü olduğu veya peygamberlikten çıkar sağladığı iddiaları, hiçbir ilmi tetkike dayanmayan, Montgomery Watt'ın da ifade ettiği gibi, 12.yüzyılda Haçlı seferleri sırasında Hristiyan Batılılarca ortaya atılan kasıtlı ve amaçlı iddialar olup; bu iddialar oryantalistlerce İslam'ın orijinal kaynaklarına dayanarak önyargısızca yapılan bazı çaşlışmalara kadar tekrar edegeldi. Bu çirkin iddia ve tahrifleri düzeltmek için bazı oryantalistlerin ve Müslüman ilim adamlarının çalışmaları olumlu sonuç vermesine rağmen, özellikle son yıllarda İslami uyanışa paralel olarak bu çarpıtılmış imaj, kasıtlı olarak yeniden devreye sokulmak isteniyor. Bütün bu iddiaların arka planı bir yana, kaynaklar dikkatle incelenecek olursa, Hz.Muhammed'e bugün izafe edilmeye çalışılan olumsuz özelliklerin -onun her açığını ganimet olarak değerlendireceği açık ve vaki olan- çağdaşları için ahlaki eleştirme konuları olmadıkları görülür. Onlar Hz.Muhammed'i, getirdiği yeni dini inançlar sonucu örf, adet ve sahip oldukları dini anlayışlarına muhalefet ettiği için eleştiriyorlardı. Hz.Peygamber'in ahlakı ile ilgili tartışmalar ancak ölümünden çok sonraları, İslam dinine duyulan düşmanlık sonucu ortaya çıkmıştır. Mekke'de de Medine'de de Hz.Muhammed'in çağdaşları onu erdemli ve doğru bir insan olarak tanımışlardı, tarih de onu ahlaki ve sosyal değerlerin reformcusu olarak görmektedir.
Özde değil sözde hoşgörü
Dursun bütün yazdıklarında eşitlik, özgürlük, hoşgörü gibi kavramlara atıfta bulunur. Kendi hoşgörü anlayışını ifade etmesi bakımından bir dindar tarafından kendisine sorulan "Bana ve inancıma saygı duyuyor musun?" şeklindeki soruya verdiği cevap aydınlatıcı olabilir. "Size insan olarak saygı duyabilirim. Ama inancınıza, dininize saygı duymam. Din karanlıktır, kötülüktür, işkencedir. Bunlaraysa saygı duyulmaz bence. Bunlara kin duymam. Ama saygı duymak başka şey. Kötülüğe, ilkelliğe ve sahiplerine saygı duymam."
Reklam
Yazarlar tarafından en çok istismar edilen konulardan biri kader konusudur
Kur'an'ın konuya yaklaşımını doğru anlamak için öncelikle iki hususa dikkat etmek gerekir. Bunlardan ilki yukarıda kısa değindiğimiz meselenin özünün ve Kur'an'ın tarihi arka planın, iyi kavranmasıdır. Bütün düşünce tarihi boyunca olduğu gibi Kur'an'ın hitap ettiği insanlar için de asıl sorun, insan hayatın kendi irâdesi dışında gerçekleşen
Şu iddiada bulunmak için Siyer okumamış olmak gerek
Erdoğan Aydın'ın İslam'ın ortaya çıkışına ilişkin yorumu ise, dini tamamen sosyo-ekonomik bir olgu olarak değerlendiren Marksist görüş çerçevesinde bir yaklaşımdır. Kaldı ki, bu yoruma kaynaklık eden, "İslam'ın, Ortadoğu'da egemen üretim ilişkilerine muhalif olmadığı, kölelik dahil sömürü ilişkilerini kutsadığı" şeklindeki iddiası da gerçeği yansıtmaktan çok, Marksist tarih anlayışının bir handikapını örneklemektedir. Şöyle ki, Marksistler İslam tarihiyle ilgili olayları kendi bağlamında anlayıp değerlendirmek yerine, olup biteni Hristiyanlığın tarihi tecrübesinden hareketle ve Marksist teoride dine biçtikleri şablona göre genelleyerek subjektif olarak değerlendirmişlerdir. Şu kadarını belirtelim ki, gerek tarihi kaynaklara gerekse Kur'an'a bakıldığında Mekkelilerin, diğer dini inançlara müsamahalı tavırlarına karşın, İslam'a yönelik sertliklerinin asıl sebebinini, İslam'ın egemen üretim ilişkilerini, egemen azınlığın çıkarlarını tehdit edeceğini fark etmeleri olduğu görülür. Güç ve iktidar sahiplerinin bu tepkilerine karşın, İslam'ı öncelikle yoksul, mazlum ve kölelerin sahiplenmesi de bunun göstergesidir.
Karen Armstrong da Watt ile aynı şeyi söyler
İslâm'ın şiddet ve kılıç dini olduğu, müslümanların iktidarı ele geçirince kendi dinlerine karşı olanların boyunlarını vurduğu şeklindeki iddiaların Ortaçağda Haçlı seferleri zamanında hıristiyanlarca ortaya atıldığını, fakat bu iddiaların gerçekten uzak, hayali ve taraflı iddialar olduğunu yine hıristiyan çağdaş ilim adamı Montgomery Matt ifade etmektedir. Yazar hıristiyanlardaki bu İslâm imajının XX. yüzyılda yapılan bazı modern bilimsel çalışmalarla kısmen değiştiğini de ekler. İslâmiyet, dinde baskıyı kesinlikle yasaklamış, zor ve baskı altında gerçekleşecek imanın geçersiz olduğunu kabul etmiştir. Kuran'ın bir çok ayeti, Allah'ın yoluna hikmet ve güzel öğütle çağırmayı ve en güzel biçimde mücâdele etmeyi emrederek hidâyetin ancak kişinin kendi nefsi için olacağına, hakkın Allah tarafindan geldiğine ve dileyenin iman dileyenin inkâr edebileceğine dikkat çekmiştir. Peygamber inkârcılardan sorumlu değildir ve kendisinden onları İslâm'a zorlaması istenmemektedir. O sadece bir uyarıcı ve tebliğcidir, onlar üzerinde vekil ve bir zorbacı değildir.
Hırs ile her kim ki dünya-dârdır Bî-gümân ondan Hudâ bî-zârdır Her kim hırsından dolayı dünya malını toplayıcı olursa şüphesiz ondan Tanrı bîzâr olup nefret eder. Zira Yüce Mevlâ hırslıları sevmez, kanaatkârlardan râzı olur.
Şunu da belirtelim ki, Hz.Muhammed'in sözleri(hadisler) kapsamlı olarak derlenip yazıya geçirilmesine değin, yaklaşık bir asır boyunca şifahi olarak aktarılageldiğinden, onların subutu Kur'an gibi kesinlik taşımaz. Öte yandan Hz.Muhammed'in zihin dünyası, ahlakı ve yaşamı Kur'an kaynaklıdır. Bu bakımdan onu "canlı Kur'an" olarak nitelemek yanlış olmayacaktır. Hadisler Hz.Peygamberin yaşamı (sünneti) değil, onun yaşamına dair kaynaklardan sadece birisidir. bundan dolayı Hz.Muhammed, başta Kur'an olmak üzere, İslam tarihi ve hadis kaynaklarından hareketle bütüncül bir bakışla değerlendirilmelidir. Bunun için en "sahih" kabul edilen hadis kitaplarında yer alsa dahi, Kur'an'ın temel prensipleriyle ve Hz.Peygamber'in genel ahlakıyla uyumlu olmayan sözlerden (hadisler) hareketle onu itham etmek, bilgisizlikten kaynaklanmıyorsa bir art niyetin ifadesidir.
56 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.