Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Murat Belge

Murat Belgeİstanbul Gezi Rehberi yazarı
Yazar
Derleyen
Çevirmen
Editör
7.6/10
144 Kişi
461
Okunma
78
Beğeni
6,7bin
Görüntülenme

Murat Belge Sözleri ve Alıntıları

Murat Belge sözleri ve alıntılarını, Murat Belge kitap alıntılarını, Murat Belge en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Benzetme çok hoş:) eskiyen şarap gibi: Pera Palas
Az ileride, solda, ünlü Pera Palas. Bu otel 1894'te yapıldı Orient Express'in son durağının İstanbul olduğu günlerde. Zaten tam karşısında da Wagons Lits Cook'un ofisi vardı. 1905'ten kalma eski sigorta haritasında "Lumiere Electrique" yazıyor. Elektriğin ilk kullanıldığı binalardan olmalı. Otel şıklığını hâlâ koruyor. Çevre değişip yenilendikçe, eskiyen şarap gibi, değer kazanıyor. Burada kalmış ünlüler de otelin şanına şan katmaktadır. Bunların başında Agatha Christie gelir, en popüler ziyaretçi odur ve hâlâ odası çeşitli meraklı müşterilere gösterilir. Krallar ve devlet başkanları, örneğin 8.Edward, İran İahı Rıza Pehlevi, Sırp Kralı Pyotr ve sonra da Tito, casuslardan Mata Hari, artistlerden Greta Garbo, Marlene Dietrich otelin müşterileri arasındadır.
İçinde hâlâ bir şeyler var!
Eski Banka Sokağı. Sokağın bir yanını, boydan boya tek eski bir bina oluşturuyor. Burası da ilginç, çünkü Fransız Devrimi'nin şairi Andre Chenier'nin doğduğu ev. Binayı 1772'de Fransız elçisi Comte de St. Priest yaptırmış, şimdiki adı da Sen Piyer Hanı. “Chenier bütün giyotin fasıllarının sona erdiği Dokuz Thermidor'dan tam da iki gün önce giyotine çıkmak durumunda kaldı. Ölmeden önce, başını göstererek, "Et pourtant il y avait quelque chose la," (İçinde hâlâ bir şeyler var) dedi.”
Reklam
En sevdiğim bölüm; Galata ve Pera
Pera, tarihi boyunca, İstanbul'da, tam da İstanbullu olmayan bir şeyi, ya da şeyleri temsil etmiştir. Daha önce değindiğim gibi, İstanbul'un coğrafi konumu ona Doğu ve Batı Akdeniz arasında bir geçiş yeri olmak gibi bir alınyazısı kazandırmıştı. İşte bu Batı Akdeniz'in İstanbul'da ayağını bastığı yer Galata ve Pera idi. Bu
Aşıkpaşazade
Âşık Paşa, Osmanlı tarihinin erken döneminde, Osman ve Orhan Gazi'nin saltanatları sırasında yaşamış bir şairdi. Arap ve Fars dillerinin yoğun etkileriyle oluşmaya başlayan yeni Osmanlı dili ortaya çıkarken Âşık Paşa daha sade bir Türkçe ile yazmaya özen göstermişti. "Paşa"lığı ailenin ilk erkek çocuğu olmasından ileri gelir. Asıl adı Ali'ydi. Torunu Derviş Ahmed Âşıki, Âşıkpaşazade adıyla tanındı ve ilk önemli Osmanlı tarihçilerinden biri oldu; "Âşıkpaşazade Tarihi" olarak tanınan Tevarih-i Ali Osman'ı yazdı. Âşıkpaşazade de dedesi gibi, ilk Osmanlı gazilerinin safında ve ideolojisindedir. Onlar gibi Türkçe'ye yatkındır. I. Murat'la başlayan Kapıkulu örgütünden ve orada cisimleşen merkezi otoriteden pek fazla hoşlanmaz. Dolayısıyla, II. Mehmet'le birlikte bazı seferlere gittiği ve bu arada İstanbul'un fethine katıldığı halde padişahın kurmaya çalıştığı düzene muhalif olduğu söylenebilir.
“Sanki Yedim” ..bunu denemek lazım
Kırbaççı (ya da Kırbacı) sokakta Sanki Yedim Camii. Cami 1960'ta betonarme olarak yeniden yapılmış ve yanan eski camiden eser kalmamıştır. Hikâyeye göre, camiyi yaptıran kişi (bunun Keçeci Hayreddin mi, yoksa Adanalı Şakir Efendi mi olduğu kesinleşmemiştir), canı bir şey yemek istese, "sanki yedim" der ve o istediğini yemez, parasını da bir yerde biriktirirmiş. Böylece günün birinde camiyi biriktirdiği bu paralarla (yani yemediği yiyeceklerle) yaptırmış. Hakkında buna benzer hikâyeler anlatılan başka camiler de vardır, ama Müslümanlar böyle boğazdan kesilen parayla yapılmış hayratı pek sevmezler.
Kimseye hayat hakkı tanımayan bir korumacılıkta belki bazı şeyleri, nesneleri korursunuz, ama insanların mutluluğunu kısıtlarsınız.
Reklam
Loğusa Kadın Türbesi:)))
Köprünün başından yukarıya, Beyoğlu'na doğru tırmanan yolun solundaki büyük kapı eski tersanenin kapısıdır. Buradan biraz daha tırmanacak olsak, gene solda, tuğla ve taştan küçük bir türbe görürüz. Türbenin bina olarak çarpıcı özellikleri olmamakla birlikte ilginç bir efsanesi vardır. Doğurmasına çok az kala ölmüş bir kadın buraya gömülmüş. Ertesi gün mezardan çocuk sesi işitilince mezar yeniden kazılmış ve gerçekten çocuğun sağ olduğu görülmüş. Bu mucize karşısında kadının mezarı üstüne bir türbe yapılmış ve adına "Loğusa Kadın Türbesi" denmiş.”
Balat’da Yahudi mahalleleri
Osmanlı İstanbulu'nda Yahudiler'in Balat'a yerleşmesi, Balat'ın bir "getto" olduğu anlamına gelmez. Osmanlı'da "getto"nun kavramı da, “gerçekliği de yoktu. Zaten bütün şehirde, yerleşimin temeli etnik veya yarı etnikti. Yalnız gayrimüslimlerin değil, Müslümanların yerleşmesi de geldikleri bölgeye göre oluyordu. Ama mahallelerin ve sakinlerinin hiçbirine karşı bir ayrımcılık politikası güdülmüyordu. İstanbul Yahudileri uzun zaman çok zengin bir topluluk olmadı. Özellikle Fener'den Balat'a geçince, bugün bile, iki cemaatin arasındaki servet farkı kendini belli eder. Zaten çok muhkem olmayan Yahudi evlerinden günümüze kalan örnekler mahallenin içlerine doğru çoğalır. Bunlar genellikle üç katlı, dar cepheli, ikinci ve üçüncü katlarında cumba gibi çıkmaları olan binalardır. Bazılarının üstünde altı köşeli yıldız görülebilir. Zengin evi olmadıkları halde, dediğim gibi, mahalle içlerinde sayıları bir hayli fazlalaşır ve gerçekleşen bütün değişime rağmen bugün bile belirgin bir karakter sergiler.
Sion yıldızı sadece Yahudilere ait değildir
Kilise duvarlarındaki süslemeler arasında altı köşeli Sion yıldızları var. Yaptığım gezilerde bu dikkati çeker ve sorulurdu. Oysa aslında bu çok kolay bulunacak bir biçimdir ve yalnız Yahudi kültürüne özgü değildir. (Nazi simgesi Swastika'nın da Hititler'den beri varolması gibi). Aslında yıldızın simgeleşmesi çok yeni zamanların eseridir. Soranlara ben de bunu söylüyordum. Ama camiye son gittiğimde, yıldızların üstünün kapatıldığını gördüm. Bu ülke gerçekten iyiye gitmiyor.
Milliyetçilik fetişler doğurur
Patrikhaneye üçlü bir kapıdan girilir.Basamakları çıktığımızda, ana kapı karşımıza gelir; sola açılan kapıdan kilise tarafına, sağa açılan kapıdan da1941'de yapılan Patrikhane binasına geçilir. Ana kapının tatsız bir anısı vardır. 1821'de Yunanistan'da bağımsızlık hareketi başlayınca, Patrik de Osmanlı Devleti tarafından bu isyanı körükleyenler arasında sayılmış ya da hareketi durdurma için yeterince çaba göstermediği düşünülmüş ve bu kapıda asılarak idam edilmişti. O zamandan beri bu kapı açılmamış ve kullanılmamıştır. Osmanlı Devletinin bu hareketi yalnızca bir dini önderin idam edilmesi anlamında ahlaken yanlış değildi; Patriğin bağımsızlık hareketiyle ilgisi olmaması anlamında olgusal olarak da yanlıştı. Muhafazakâr Ortodoks Kilisesi miliyetçi fikirlerden fazla haberdar değildi ve ilgisi bütün Osmanlı topraklarında yaşayan Ortodokslara yönelikti. Patriğin kendisi de bu tavırda olduğu için Yunan bağımsızlık hareketi içinde bulunanlar tarafından bir tür hain gibi görülüyor ve dışlanıyordu. Ama milliyetçilik tuhaf bir olgudur, Gregorios idam edildikten bir zaman sonra anılarda martirleşti ve Türklerin Yunanlı kurbanlarından biri olarak aziz ilan edildi.
Reklam
Ah Ebussuud Efendi sen ne yaptın
Kanuni Süleyman zamanının önemli bir Şeyhülislamı Ebussuud Efendi'dir. Ebussuud Efendi'nin bütün tarihimizi etkilemiş şüphesiz Kanuni'nin isteği ve onayıyla verdiği bir fetvası vardır. İslam düşünce tarihinde Gazali ile İbni Rüşd arasında, iki düşünürün temel varsayımlarının farklılığından ileri gelen ciddi bir ayrım olmuş ve
Florya
Bizans dönemindeki Hebdomon, Yeşilköy'ün batısına düşen Florya'ya kadar uzanıyordu. Hebdomon'dan, daha önce değinilen Fildamı dışında hiçbir kalıntı bugünlere gelmedi. Kanuni döneminde Başdefterdar İskender Çelebi Florya'da bir köşk yaptırmış ve bahçe düzenlemiştir. İskender Çelebi Arnavut olduğu ve Florina'dan geldiği için bölgeye bu adın verildiği düşünülür. İskender Çelebi İbrahim Paşa ile ters düşünce Kanuni tarafından idam ettirildi. Bununla ilgili bir efsaneyi Koçu aktarır. İdamdan epey sonra Kanuni avdayken dehşetli bir yağmura yakalanıp Çelebi'nin artık boş duran köşküne sığınıyor. Köşkün çevresine yıldırım düşüyor. Selde boğulma tehlikesi de baş göstermişken bir içoğlanı padişahı sırtında taşıyarak kurtarıyor. Kanuni, Çelebi'yi haksız yere idam ettirdiğini düşünerek üzülüyor, bu afeti de kendisi için işaret sayıyor. Nitekim, iki yıl sonra, 74 yaşında Zigetvar'da ölüyor. Lale Devri'nde Nevşehirli İbrahim Paşa'nın İskender Çelebi'den kalan köşkü yenilediği söylenir. Böyle de olsa, köşk, Patrona isyanında yeniden yıkılmıştır. II.Mahmut zamanında yapılan baruthaneye rağmen Florya ve yakınındaki Rum köyü Kalitarya (şimdiki Şenlikköy) ücra ve pek fazla uğranmayan yerler olarak kaldılar. Cumhuriyet döneminde Atatürk'ün Florya ile ilgilenmesi buranın yıldızını yeniden parlattı. 1936'da, Vedat Bey'in atölyesinden yetişen mimar Seyfı Arkan buradaki Cumhurbaşkanlığı köşkünü inşa etti. Bu modernist ve rasyonalist yapının Türkiye mimarlık tarihinde bir yeri vardır. Böylece Florya sevilen bir sayfiye yeri haline geldi.
“Buyurun cenaze namazına”
Efsanevi bir ayyaş olan Bekri Mustafa, içkiyi yasak eden IV. Murat zamanında efsaneleşmiştir. Bir sefer tebdil gezen padişahı tanımamış, karşısında içmiş, sonunda Murat kim olduğunu bildirince Bekri, "Buyurun, ağalar, cenaze merasimine," demiş. Deyimin buradan kaldığı anlatılır."Bekri" ayyaş demektir.
Natürmort oluvermiş Natır mort:)
“Yıpranan Haseki Hürrem Hamamı uzun zaman bir yarı yıkıntı olarak durduktan sonra restore edildi ve 1980'lerde İstanbul Festivali'nin resim sergileme mekânlarından biri olarak hizmete açıldı. Açılan ilk sergide Ömer Uluç'un resimleri de vardı. Bu şehrin büyük nüktedanlarından Hüseyin Baş, sonra Ömer'e rastlayınca, "Senin natır mort'ları çok beğendim," demiş. Ancak şimdi bu "sergileme" işlevinin, ticari bir "halı sergileme" işlevine dönüştüğü görülüyor. Şüphesiz hamamın kendisi, burada yapılan ticaretten çok daha ilginç.”
İnsan hayatında her zaman cevaplar geçici, sorular kalıcı.
Sayfa 13 - İletişim YayınlarıKitabı okudu
552 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.