(26 Kasım 1896- 26 Ağustos 1953): Yazar, şair. Kütahya'da doğdu. Ailesi Konyalıdır. İlk ve orta tahsilini Kütahya'da tamamladı. İdadîyi Konya'da okudu (1912). Konya Hukuk Mektebine devam etti. Bu arada Ümit İdadîsinde ders verdi. Babalık gazetesinde yazdı. Konya Türk Ocağı tarafından çıkarılan Ocak (1917-1918) mecmuasını yönetti. Psikoloji tahsili için Paris'e gitti (1925-1928). Dönüşünde Konya Lisesine öğretmen tayin edildi.
Namdar Rahmi Karatay Enerjetizm felsefî ekolünü Türkiye'de yaymak için çaba harcamıştır. Bu yüzden bir ara öğretmenlikten ihraç edildi. Daha sonra Ankara Gazi Terbiye ve İstanbul Çapa Kız enstitülerinde öğretmenlik yaptı. 1948'de felç geçirdi. 1952'de emekliye ayrılarak İzmir'e yerleşti ve burada öldü.
Fecr-i Âtîcilerin tesirde şiirler yazdı. Mizahî şiirleri de vardır. Şiirlerinde çarpıklıkları, hayal kırıklıklarını işledi.
Yazı ve şiirleri Zeka, Felsefe Mecmuası, Millî Mecmua, Servet-i Fünûn, Ocak, Hak Yolu, Fen ve Felsefe, Yeni Fikir dergi ve gazetelerinde çıktı.
Eserleri: Felsefî Meslekler Vokabüleri (1932), Namık Kemal ve İdealizmi (1941), Yazma Dersleri (Prof. Dr. Daniel Monet'nin "Pratik Fransızca Kompozisyon Dersleri" kitabından faydalandı, 1945), Kitaplarımın Hikâyeleri (Hatıraları, 1952), Paris Mektupları (1952), Geçti Borun Pazarı (Mizahî şiirleri, 1954).
Bakınız: Yücel Hacaloğlu, "Namdar Rahmi Karatay ve Mizahî Şiirleri", Türk Dünyası Araştırmaları, S. 88 (Şubat 1994), s. 152-172.
.
Benim ağzım pek yandı, aman siz dikkat edin,
Yalınız lâyık olan adama hürmet edin,
Haddini kim bilmezse ona hakaret edin,
Ele alçak durmayın onu hakikat sanır,
Eşeğe gem vurmayın, kendisini at sanır.
...
Devletin sofrasına çökmüşler devlet gibi,
Kapışırlar babadan kalma bir servet gibi,
Bütün hısım akraba aramızda set gibi,
Karşıdan bakıyoruz biz üvey evlât gibi,
Başlarında kel olsa bize yaldız görünür,
Komşunun tavuğu kaz, karısı kız görünür.
Hamdolsun esir değil, vatandaşız bizler de,
Bol bol nefes alırız hürriyetle her yerde,
Kimseye sır vermeyiz, derdimizi gizler de,
Fakat bizim lokmamız büyür o aç gözlerde,
Şerbet içsek şampanya, ayran kımız görünür.
Komşunun tavuğu kaz, karısı kız görünür.
.
.
Oğul sana bir öğüt vereyim, dinle beni,
Ağzını, açma sakın açarsan aç keseni,
En candan bildiklerin tefe koyarlar seni,
Birer birer denedik olgununu, toyunu,
Karaman’ın koyunu sonra çıkar oyunu.
El oğlunu bilmezsin, o ne hinoğlu hindir,
Pamuk gibi görünür, granitten çetindir,
Arkandan kuyu kazar, dibi yoktur, derindir,
Açılma eloğluna anlamadan soyunu,
Karaman’ın koyunu sonra çıkar oyunu.
...
.
Bu oyunda ben neyim? Tam mahvolmuş bir adam,
Kiminde kare-vale, kiminde var kare-dam,
Bir blöfle rest dedim, yıkıldı başıma dam,
Umutlarım önümde devrildi kiriş gibi,
Harcadım hayatımı beş paralık fiş gibi.
.
Bir soğan soyulurken yaşarıyor da gözler,
Vatandaş soyulurken, aldırmıyor öküzler!
Hayadan eser yoktur nafile bu sözler!
Beyhude inat etme hemen salla başını
Dilini tut, uslu dur, zıkkımlan maaşını!
Gönül sen ne sersemsin, ne körsün, ne sakarsın,
Yulaksız bir su gibi her güzele akarsın,
Neye sebepsiz yere yüreğini yakarsın,
Göz koymaktan ne çıkar elin günün malına
Çapıtına çuluna, aşıklık ne halına.
Bu kara bahtını sen kambur gibi taşırsın,
Bir de topal eşekle kervana karışırsın,
Eller arabasını dağdan dağa aşırsın,
Senin her gün bir
Ne beklerdin, ne buldun sen yeryüzünde hey serseri?
Bilinir mi böyle yerde bir kimsenin öz değeri?
Unut artık bunca yıldır tükettiğin emekleri,
Devlet kuşu konsa bile istemem ben bundan geri,
İşte geldik gidiyoruz, şen olasın Halep şehri.