Rüzgârın getirdiği
Bir bulut parçası,
Birkaç damla yağmur..
Günlerin getirdiği
Sonu gelmeyen düşünceler,
Yarınlarla dolup-taşan ümitler..
Yılların getirdiği
Ağır ağır solan renkler,
Saçlarda biriken beyaz teller..
Sevgilinin getirdiği
En güzeli ömrün,
Eğer dönüşü olmazsa bir gün.
Mavisini, yeşilini bırakıp gideceğiz,
En sevdiklerimizle de çözüleceğiz.
Toprağın altında sessizce uzanırken,
Acaba kimleri ve neleri özleyeceğiz? ..
Kuşkusuz, bir derin uykuyla bütünleşeceğiz,
Sabahları kalkmayı hiç düşünmeyeceğiz,
Üzerimizden geçen bulutlar dağılırken,
Geceleri ve gündüzleri farketmeyeceğiz…
Değer miydi boyunca gürültüyü çektiğimiz?
Yaşantıyı kendimize zehrettiğimiz;
Yarın ne olacağımızı bile bilemezken,
Bir gün önce niçin doyasıya gülmediğimiz? ..
Bu görkemli güzelim dünyayı bizim mi sandık?
Düşlüyorduk ki tüm meyvelerini tadacaktık.
Kır çiçeklerindeki minik renklere de doyamadık,
Boğaziçi’nde kıyıya çarpan bir dalga bile olamadık.
(Londra, Aralık 1983)
Necdet Evliyagil
Geçmeyen yalnızlığın acısını,
Bitmeyen bir ruhun derinlikleri
Beslemişti..
Hiç sönmeyen
Ümitlerin, teselliyle
Dolu vaktini;
Bu ömür götürmüştü,
Bilinmeyen yerlere
Ses vermeyen uzaklara..
Sıkıntıyla dolu geceler
Sabahları bekledi;
Bir yığın
Hayal kırpıntısının
Gülümsediği pencerede.
Yolu yarı etmişsen korkma,
Yaş elliyi aşmışsa aldırma,
Artık yaşasan da olur yaşamasanda;
Çünkü alışmışsındır varlığa da yokluğa da...
Bir düş fırtınası götürür seni
Uzak ülkelerin bahçelerine,
Orada ararsın geçmiş günlerini
Dünya sanki daha mı sevimli ki?
Eğer aşkları, çocukları, bulutları
Rüzgârları ve mavisi de olmasa,
Böylesine donuk, aldatıcı kahrı
Çekmeye değer mi ki?
Baharları
günün ilk saatlerinde getiren;
kederleri
biran olsun uzaklaştırmak için,
ruhun derin vâdilerinde dolaşan;
ölü hatıraların başaklarını
sallayarak, onları
sonsuz bir rüyadan
uyandıran, ılık sabah rüzgârları..
dolaşıyorsunuz
ve bir insanın anılarını
sonsuz olarak yaşıyorsunuz.