selma gürbüz'ün yapıtları ve yaratmanın hazzı üzerine
kişinin kendi bakışının taşıdığı bir mistisizm var. belki de en zoru, bu anlatmak istediğim. farklı bir dünyanın, farklı bir zamanın mistisizmi diyebiliriz
hem bize çok yakın hem de çok uzak bir dünya, kendi kendime onu hala sorgulamaktayım.
yiten bedenlerin seraba dönüştüğü süreç bir "zaman ölçeği" dir: yoku var eden şiire, sanata ya da iç dünyaya özgü bir zaman birimi. insan, "bilse kederinden ölüvereceği" hakikatle böyle başa çıkar.
bir bedene ve benliğe sahip olmanın şartı ötekinin mevcudiyetidir. ötekinin olmadığı yerde insan, insan olmaktan çıkar. onun yerine tanrı bile olacak olsa bunun için ödenen bedel, yani kaybedilenin acısı kalır.
sanatçıların sanatlarıyla kendilerini iyileştirememeleri bundandır herhalde!
"bir evin penceresinden bir şarkı işittim
yalnızlığa karşı kendine ipek şallar
ördürebilirsin
sanki seni düşündüğümü bilen birisi o an mahsus söylüyor
o kadar manâlı
o kadar yerinde
insan bir şeyi birdenbire unutamıyor "
Çağdaş dünyanın en şanslı bireylerinin sanatçılar olduğu söylenebilir, çünkü onların karanlıklarını emanet edecekleri emniyetli ve çok zengin potansiyellere sahip bir yer vardır: Sanat yaratısının gerçekleştirildiği alan.