Onu hep, hiç kimsenin bozmadan dokunamayacagi bir sevimlilikle kuşatılmış olarak hatırlarım ve gerçek zarafetine hiç kimsenin bir şey katamayacagini düşünürüm.
... vedaların insana tuhaf bir şehvet duygusu yaşattığını ilk kez o akşam hissettim. Kendimi uzun bir ayrılığın arifesinde hayal ederek, gitmeden önce söyleyeceğim cümleleri, yapacağım sevgi dolu hareketleri en ince ayrıntılarına kadar zihnimde canlandırdım.
Korkunç bir olayla karşılaşan herkesin karşılarına çıkan ilk nesneye sarıldıklarını ve o nesneyi ömürleri boyunca unutamadıklarını çok sonraları fark ettim.
Bir gün okuldan döndüğümüzde annemle konuşan bir adam gördük. Aç gözlerle piyanoya bakmasından, niçin geldiğini hemen anladık; bir süre önce benzer bir durumla karşılaştıktan sonra çamaşır makinemiz yok olmuştu.
Adam gittikten sonra annem, her zamankinden daha yorgun çıkan bir sesle, "Piyanoyu sattım," dedi.
Beter günlerin gelmek üzere olduğunu hepimiz aynı anda sezdik; giderek yoksullaştığımızı daha önceleri de fark etmiştik ama piyanoyu satmak hiçbirimizin kabul edebileceği bir şey değildi.
Sık sık soruyordum kendime: Her şeyin daha da derinleştiği böyle bir günde ya da bir gecede, bir insanın, kendini yalnız hissettiren kederle karşılaşmaktan kaçınması, nasıl olur da mümkün olur?