Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Osman Cengiz

7.0/10
3 Kişi
9
Okunma
1
Beğeni
363
Görüntülenme

Osman Cengiz Sözleri ve Alıntıları

Osman Cengiz sözleri ve alıntılarını, Osman Cengiz kitap alıntılarını, Osman Cengiz en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
İlmî ve Fikrî Zihniyet Ayrımı Bir mektep/ekol, varlık, bilgi ve değer anlayışları bakımından kurumsal bir kimliğe sahipken bir zihniyet, mektep gibi kurumsal sayılmaz. Zihniyet, zekânın, ortak bilinçte bulduğu problem çözme metodu olduğundan, bir mektebe mensub olmak başka, bir zihniyeti benimsemek başkadır. Mesela Çivizâde, Ebussu’üd ve
Osmanlılar’ın miras aldığı ve üzerine bir imparatorluk kurdukları siyasî ve toplumsal birikimin mekân ve zihniyet olarak iki vadiden beslendiğini söylemek mümkündür. Mekânsal havzalar Maveraünehir-Horasan-İran ve Hicaz-Mısır-Şam hatlarıdır. Zihniyet olarak ise İslâm medeniyeti ve Türk-Moğol gelene ği Osmanlılar’ ın büyük bir cihan devleti olmasının yolu açmış gözükmektedir. Roma İmparatorluğu’nu hukukî ve içtimaî bazı müesseselerini kendi bünyesinde eriten ve kendine uyarlayan Osmanlılar, bunu yaparken dîn veya töre bakımından hiçbir zorluk çekmemiş, kültürel zenginliği, siyasî ve iktisadi yeni kurumlarla da zenginleşerek bir bütün halinde uygulamaya koymuştur.
Reklam
Şüphesiz sufîlik İslâm ’a özgü bir yorum mektebidir. Bununla birlikte bazı yönleriyle diğer evrensel görüşlere ve düşünce mektepleriyle de benzerliklere sahiptir: (. ..) Bu benzeşmeler evrensel tavırlardır, kimilerinin kabaca zannettiği gibi birbirlerinden intihal oldukları anlamına gelmez. Bu tıpkı Doğulu bir insan ile Batılı bir insanın güneşe bakmak gayesiyle başlarını yukarıya kaldırmak için aynı hareketi yapmaları tarzında bir şeydir.(Mahmut Erol Kılıç,Sufi ve Şiir,12) Hülya Küçük ise yan yana yaşayan, birbirleriyle ilişkisi olan bütün kültürlerin birbirlerinden etkilendiğini fakat Müslümanların, aldıkları her unsuru kendi kültürleri içinde eritmeyi bildiklerini ifade eder.(H.Küçük, Tasavvuf Tarihine Giriş,37) Benim de katıldığım bu görüş çerçevesinde konuşmak lazımsa, gerçekten tasavvufun elimizdeki değer ve duruşu ile etkileşimde bulundukları bölgelerdeki değer ve duruşu arasında büyük bir fark vardır. Bu o kadar tabiidir ki İslâm coğrafyasındaki tasavvuf yorumları arasında bile, riyazet ve zikir biçimleri, varlık yorumu ve bilgi kaynakları gibi başlıklar itibariyle pek çok ayrı görüş ortaya çıkmıştır. Terimlerin ayet ve hadislerden çıkarılıp yorumlanması bir yana, bu yorumun hayata geçirilme biçimi, zühd tasavvufunda olduğu kadar özellikle irfani tasavvufta mistik yaşantının Hindistan coğrafyasındaki şeklini dışlar niteliktedir.
Öteden beri Birgivi’nin ve bu arada Çivizâde’nin selefi zihniyete sahip olduğu ve İbn Teymiyye’den etkilendiklerine dair dile getirilen görüşün, gerçeği yansıtmadığı bu kitabın ulaştığı bir diğer neticedir. Birgivî ile İbn Teymiyye arasında organik bir metin bağı bulunmadığı gibi, fikrî bir öykünme de tespit edilememiştir. Hatta İbn Teymiyye’nin selefi bir zihniyete sahip olmadığı kanaati, her halde çalışmanın her ne kadar XIV. asra dair bir değerlendirme olsa da en dikkat çekici parçalardan biri olmalıdır. Konuyla ilgili çalışmalarda selefi zihniyeti gündeme taşıyan unsur ise bid’at söylemi olarak gözükmektedir. Hâlbuki bid’at söyleminin daha II. Hicri asırdan itibaren, “Ehli-Sünnet” veya “Ehl-i Hakk” mensubiyeti olanlar tarafından yine Ehl-i Sünnet dairesindeki âlimlere karşı zaman zaman yakın çevre etki sahalarıyla alakalı “politik” bir silah olarak kullanıldığı gözden kaçırılmamalıdır.
Elinizdeki eserin zor bölümlerinden bir diğeri ise Birgivî-Kadızâde ilişkisinin incelendiğim kısım idi. Benim elde ettiğim netice, bu konuda yapılmış bazı çalışmalarda yer alan “Birgivî’nin Kadızadeli zihniyetini besleyen bir kaynak olduğu” yönündeki görüşün aksine Kadızâdeliler’in, Birgivi" ’yi sadece bir meşruiyet vasıtası olarak kullandıkları ve onun eserleri üzerinden kendilerine hareket alanı açtıkları istikametinde olmuştur. Ayrıca görebildiğim kadarıyla Birgivî ’nin İbnü’l-Arabî sevgisi, bu büyük mutasavvıf aleyhinde konuşmaktan onu kesin biçimde alıkoymuştur. Bununla birlikte Birgivi, dinî hassasiyet ve şeriat merkezli tedirginliği; halkın kapılacağını düşündüğü batınî yorum tehlikesi sebebiyle İbnü’l-Arabî ilgisini eserlerinde açıkça göstermemiş sadece bazı atıflarla yetinmiş veya onun felsefesine satır aralarında işaret etmiştir. Çivizâde’nin sert, tavizsiz ve zühdî tasavvuf anlayışı, onu vahdeti vücud’un karşısında konumlandırırken Ebussu’ud, devlet ciddiyeti yanında, babası Şeyh Yavsî’nin Bayrami yolunun tesirinde kalmış ve bir Razi takipçisi olarak irfani tasavvufa sahip çıkmıştır.
Birgivi’nin Osmanlı coğrafyasındaki etkisi son asırlara kadar devam etmiştir.318 Kendi döneminden hemen sonraki asırlarda pek çok âlim tarafından takip edilse de en dikkat çekeni Arap dünyasındaki algı biçimidir. Zira bu algı gerek Selefîlik ile Arap dünyasının (Mısır-Şam) ilişkilendirilmesi gerekse Osmanlı düşüncesinin, İbn Teymiyye tesirine
Reklam
Mugalata: Safsatadır. Selefi zihin, “Hüküm ancak Allah’ındır” gibi bir dini önermeyi kendi penceresinden yorumlayarak bambaşka vadilere girebilir. Sadece din değil din dışı sahada da bu zihniyet takdisî lafzı, muğalata üzerinden uygular. “Doğa, tüketeceğimiz enerjiden daha önemlidir” veya “Ağaç, yoldan daha değerlidir” gibi önermeler bu kabildendir. Bu önermeler, muğalata üzerinden sizi tercihe zorlar. Hâlbuki makul çözümlerde tercih zorunluluğumuz bulunmaz. Benzer biçimde “İşçilerin zincirlerinden başka kaybedecekleri bir şey yoktur”, cümlesi veya “Siz buna değersiniz” şeklindeki yargılar da sayılabilir. İlkinde “işçi ile kaybetme” arasında, diğerinde ise “suje ile değer” arasında kurulan ilişki muğalata yani safsata olup bu önermeler, doğru ve hakikat gibi gözüken ama gerçeğe dokunmayan yönlendirmelerdir.179
Selefîlik için daha önce geçtiği üzere şunları söylemek mümkün gözükmektedir: Selefi zihniyet paradigması, mahiyeti, nefret; hüviyeti, adanmışçı; keyfiyeti, takdisi lafız olan bir tasavvur dünyasına sahiptir. Bu zihniyetin önerme dünyasında ise hâkim, nass; sanat, muğalata; refleks, reddetme ve sindirme; dil ise siyasî-normatiftir. Buna göre İbn
Dinî ve siyasi Selefilik, gerçekten de sömürgeciliğin keşif kolu(187) veya sömürgecilık manivelası olarak iş görmüştür. Selefigin kurucusu ve imamı kabul ettiğim Muhammed b. Abdülvehhab, Mevlüt Uyanık’ın da belirttiği gibi ortaya koyduğu tavır sebebiyle Ahmed b. Hanbel ve Ibn Teymiyye’den ayrılmakta, ifrat ve taassup arasında gidip gelmekte ve daha çok Hâricilere yaklaşmaktadır.(188) Vehhâbîler, İbn Teymiyye’nin siyasi yönetime itaat ve isyan etmeme konusundaki klasik sünni görüşünü asla dikkate almamışlardır.(189) Ayrıca günümüzde “modern” veya “cihadi selefıler” diye tanımlanan gruplar, bilinen yaygın anlamıyla herhangi bir fıkhın/mezhebin takipçisi olmayıp kabul ettikleri fıkıh, sadece Hz. Peygamber’in hadisleridir.(190) Bütün bu söylenenler toplandığında dinî ve siyasî manada Selefilik adına ilk üç asırda veya XIX. asır öncesinde bir kök bulmanın mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. İbn Teymiyye ile ne Vehhâbîler ne de modern ıslahçılar arasında tamamen uyumlu bir zihniyet ilişkisi kurmak mümkün gözükmektedir. Aslında benzerlik veya ilişkinin sadece “arındırma söylemi” olduğu söylenebilir.