Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Özcan Yılmaz Sütçü

7.3/10
3 Kişi
12
Okunma
2
Beğeni
856
Görüntülenme

Özcan Yılmaz Sütçü Gönderileri

Özcan Yılmaz Sütçü kitaplarını, Özcan Yılmaz Sütçü sözleri ve alıntılarını, Özcan Yılmaz Sütçü yazarlarını, Özcan Yılmaz Sütçü yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
" yaşam bir evrimdir. Biz ise bu evrimin bir dönemine 'biçim' dediğimiz sabit bir bakış açısıyla yoğunlaşıyoruz. Ve değişim, algımızın şanslı ataletinin üstesinden gelecek kadar dikkate alınabilir hale geldiğinde, işte biz o zaman bedenimiz biçimini değiştirdi diyoruz. Ama gerçekte beden her an biçim değiştirmektedir. Daha doğrusu biçim diye bir şey yoktur, çünkü biçim demek hareketsizlik demektir, gerçeklik ise harekettir." Henri Bergson
Sayfa 73 - Norgunk
"Estetik kavrayış adeta gerçeğin dolayımsız kavranmasını engelleyen pratik yaşamın dayatmalarına meydan okur."
Sayfa 56 - Norgunk
Reklam
"Resnais sinemayı gerçeği temsil etmek için bir araç olarak değil, zihnin çalışma şekline yaklaşmanın en iyi şekli olarak tasavvur eder."
Sayfa 163 - SentezKitabı okudu
Deleuze'e göre Kafka'nın roman tarzında, "özne yoktur, yalnızca kolektif sözcelem düzenlemeleri vardır - ve edebiyat, bu düzenlemeleri, henüz dışarıda verili olmadıkları ve yalnızca gelecekteki şeytani güçler ya da oluşturulacak devrimci güçler olarak varoldukları koşullarda dile getirir. Kafka'nın münzeviliği onu, bugün tarihin içine işlemiş olan her şeye açmıştır. K harfi, artık ne bir anlatıcıyı ne de bir kişiyi gösterir; bir bireyin, münzeviliği için kendilerine bağlı olması ölçüsünde, makinesel olan bir düzenlemeyi ve kolektif faili gösterir..."
Sayfa 61 - SentezKitabı okudu
Deleuze'e göre, insanın kaosla ilişkisinin sonucunda 'felsefe', 'bilim' ve 'sanat' denilen üç düşünce biçimi ortaya çıkmıştır. Bu üç düşünce biçimi, insanın kaosa karşı bir parçacık düzen elde etmek için giriştiği bir serüvendir. Böylece Deleuze, kendisinden yaklaşık iki bin beş yüz yıl önce: "Ey tanrılar! Bana yalnız pekinliği bağışlayın! Bu pekinsizlik denizinde, üzerine uzanıp yatabilecek kadar geniş bir tahta olsa da bana yeter." diyen Parmenides'in varlıkta sükuna kavuşma isteğini, insanın kaosta sükuna kavuşma isteği olarak dile getirir.
Sayfa 24 - SentezKitabı okudu
Reklam
“Sinematografik imgenin kendisi hareketi yaptığı için, diğer sanatların talep etmede (ya da söylemekte) sınırlandığı şeyi yaptığı için, sinematografik imge, diğer sanatlarda özsel olan şeyi bir araya getirir; onu miras olarak alır, o sanki çeşitli imgelerin kullanımı için yönler sağlar, yalnızca imkan olan şeyi potansiyel hale dönüştürür.” Deleuze, bu açıklamasıyla dış dünyayı doğrudan doğruya veren sinema sanatında temel rolün harekete düştüğünü ortaya koymakta ve diğer sanatlarda imge, hareketsiz bir konumda olduğundan bu sanatların aslında sinematografik imgeye ulaşmayı nihai bir amaç olarak gördüklerini ima etmektedir.Sinema, otomatik hareketi sunmakla diğer sanatlardan (özellikle fotoğraf ve resimden) farklı bir anlatıma ulaşmıştır. Otomatik hareket bizde ‘tinsel bir otomat’a (spiritual automat) ve bu tinsel otomat da yeni bir düşünsel perspektife yol açmıştır. Tinsel otomat felsefede olduğu gibi düşüncelerin birbirinden mantıksal olarak çıkarsanmasına değil, düşüncelerin hareket imgesi aracılığıyla bir ilişkiye girmesine işaret eder. İşte sinemanın özgünlüğünü de bu bağlamda ele almak gerekir.
Fotoğrafın resme göre yeniliği, dış dünyayı nesnel bir açıdan sunabilme özelliğine sahip olmasıdır. Fotoğrafla birlikte, insanın yaratıcı bakışından süzülerek ortaya çıkan öznellik tamamen devre dışı kalmış oluyordu. Fotoğrafta, fotoğrafçı sadece sunmayı düşündüğü nesne ya da olayın seçimini, çerçevesini ve nasıl sunulacağını belirlemede
İnsanın maddi hayatının ve teknik dünyasının kısa sürede gelişmesi ve bu tekniğin ona yeni olanaklar sunması, insanın ölüme meydan okumasının da farklı bir biçime bürünmesine neden olur. İşte bu süreçle Bazin, XIV Louis'in kendini mumyalatma yerine, Lebrun tarafından portresinin yapılmasıyla yetinmesi noktasına dikkat çeker. Bu yeni durumla, mumyalamadaki gibi bizzat modelin fiziksel bedeninin saklanmasının yerini model ve bu modeli çağrıştıran portre almıştır. Daha sonra model ve portre özdeşliğine dayanan inanç ortadan kalkmış, bunun yerini modeli çağrıştıran portre ve portrenin şimdiki zaman diliminde otonom bir imge dünyasındaki varlığı almıştır. Bazin’e göre, bu tarihsel değişim sürecinde resmin ve fotoğrafın sinemadaki konumlanışı, geçen yüzyılın sonlarına doğru fotoğrafla birlikte resimdeki sarsıntıyı gözler önüne sermektedir. Ona göre, resimdeki ‘perspektif bizi fotoğrafa götüren yol olmuştur. Çünkü ilk kez perspektifle birlikte üç boyutlu bir tasarım ortaya koymak mümkün olmuştur. Başka bir deyişle, nesneleri çıplak gözün onları gördüğü şekilde tabloda konumlandırmak mümkündür. Ama yine de, “resim aslında bizi yanılsamaya götürmeğe çabalıyor ve bu yanılsama da sanata yetiyordu; oysa fotoğraf ile sinema gerçeklik tutkusunu doğrudan doğruya özünde ve kesinlikle karşılayan buluşlardı”
Büyük sinema kuramcısı Andre Bazin, sinemanın kökenine inmek için plastik sanatlara bakmamız gerektiğini ve plastik sanatların kökeni hakkında yapılacak bir psikanalizde ise resim ve heykeli bulacağımızı belirtir. Andre Bazin’e göre, bu iki sanatın kaynağında ise mumyalama bulunmaktadır.Mısırlıların ölümden sonra varlıklarını maddi bakımdan sürdürme istekleri bu iki sanatın ortaya çıkmasında temel rol oynamıştır. Bazin bunu şöyle dile getirir: “Tümüyle ölüme karşı yöneltilen Mısır dini, ölümü geride bırakmayı vücudun maddi bakımından sürekliliğine bağlamaktaydı. Ölüm, zamanın zaferinden başka bir şey değildir. Varlığın maddi görünüşlerini yapma bir şekilde saptamak, varlığı süre ırmağından çekip almaktır, yaşama kavuşturmaktır. ”
Reklam
Deleuze'e göre, antikçağın filozofu, her nasılsa evren ile kendi benliği arasında bir düzlem yaratmıştır. Bu açıdan, ilk felsefenin özü, bir düzlem tasarımından başka bir şey değildir. Dolayısıyla, kavram - buna tüm düşünsel yaratımlar da dahil - hala varolan düzensizlik ve kargaşanın içerisinden çekip çıkarılmıştır. Yunan dünyası, düşünce için, kaosa ilişkin bir taslak oluşturarak ve onu belli bir biçimde düzenleyip sınırlayarak bir plan elde etmiştir. Bu tür bir yaratım sadece kaosu sınırlamanın değil, genel olarak düşünce eyleminin de özünü oluşturur. Bu düşünce eylemiyle filozof; rahip, din adamı ve bilgelerden ayrılarak düşünsel anlamda büyük bir dönüşüm gerçekleştirmiştir. Felsefe öncesi bilgeler daima ‘aşkın olan’a göndermede bulunarak bir düzen elde etmişlerdi. Oysa filozof, bir ‘içkinlik düzlemi’ inşa etmiştir. O halde, dönüşümün gerçekleştiği nokta, bir despot veya tanrı tarafından, daima dışardan ve zorla kabul ettirilen aşkın düzenin yerine filozof tarafından içkinlik düzleminin getirilmesidir.
"İmdi, tarihlenmiş, imzalanmış ve vaftiz edilmiş de olsalar; kavramlar ölmemek için kendilerine özgü bir şekilde direnirler; yine de yenilenme, değiştirilme, sıçrama yapma türünden zorlamalara maruz kalırlar.... Eğer kavramlar değişip durmasalardı, felsefeler için nasıl bir birliğin kalacağı sorulurdu.”
Filozof yaratım ediminde bulunurken, edindiği tek tek düşünce kesitlerini sunacağı kavramlar hazırsa kullanmak; hazır değilse yaratmak zorundadır. Çünkü, yaratma ediminde bulunurken geçmiş ile gelecek arasında yer alan filozof, saf düşünce biçimini dışsallaştırarak kavram haline getirir. Bu anlamda, kavram dışsal hale gelişinden, ortaya konmasından ve filozofun öznel imzasından önce, saf düşünce biçimidir ve ancak dışsallaşmayla birlikte, filozofun kendine özgü dünyasının yaratımına, üretimine maruz kalır. Saf düşünce biçimi, henüz dışsallaşmamış, dışsallaşmayı bekleyen bir içselliğe işaret eder. Filozof, bu saf düşünce biçimini harekete geçirir ve dışsallaştırılmasında ona bizzat kendi etiketini yapıştırarak bir bütün (kavram) haline getirir. Bundan dolayı da kavramlar imzalıdır ve öyle de kalır. Örneğin, Aristoteles'in ‘töz'ü, Descartes'in ‘cogito'su, Kant'ın ‘transandantal’ı, Bergson'un ‘süre'si..
İnsan "...doğum eylemiyle birlikte, ön ayağını yurtsuzlaştırır, onu bir el haline getirmek üzere topraktan koparır ve sonra onu dallar ve aletler üzerinde yeni baştan yurtlandırır." ‘Yersiz-yurtsuzlaşma’ (deferritorialisation /deterritorialisation) özgürleşmektir, yeni bir varlık haline gelmektir; topraktan ayrılıp gökyüzüne