Bugünkü Orta Asya Türklerinin Çoğunda dil ve inanç bakımından Turfan Uygurlarının rolü büyük olmuştur. Bundan dolayı da Karahanlı Devleti ve Moğol Çağatay edebiyatının kökleri Turfan Uygurlarına dayanmıştır. 9. yüzyılda Turfan havzası Uygurlar tarafından tamamen Türkleştirilmiştir. Bu dönemde yalnız konuşma ve yazı dili değil aynı zamanda Budizm, Maniheizm ve Nestorianizm gibi çeşitli dinlere ait okunacak bütün dualar tamamen Türkçe olmuştur.
Netice olarak şunları söyleyebiliriz: Uygur kültürü, Orta Asya'daki kozmopolit kültür ve Uluslararası dinler ile Türk kültürü arasında gelişerek, yerleşik Türk kültürünün olgunlaşmasına yol açmıştır. Şehir hayatları çok düzenli olmuştur. Maniheizm ve Budizm'den dolayı, sanatlarında, edebiyatlarında çok mükemmel eserler ortaya çıkmıştır. Uygur beylerinin ve hatunlarının senet ile kurdukları "Buyan" (hayrat manasında kurulan manastırlar) müesseselerinde, okuma imkanı, hastane ve yolcular ile yoksullar için yatacak yerler mevcud olmuştur. Bir taraftan Doğu Asya milletleri (Kıtaylar ve Moğollar) diğer yandan Müslüman Türkler Turfan Uygur kültürünün varisi olmuşlardır. Yalnız bütün bunlar bilindiği halde nedense bizim Türk tarihçilerimizden bazıları Uygurların bilhassa Mani dinini benimsemelerinden dolayı "Türkleri zayıflatmak için kurulan bu tuzağa Uygurlar 763 senesinde tutulmuşlardır" denmekte ve bir başkası da daha da ileri giderek "Uygurlar Türk Tarihine, Türk varlığına, Türk ırkına ve Türk kültürüne ihanet etmişlerdir." diyebilmektedir.
Orta Asya'da kurulan Türk devletlerinin ekonomisi, mağlup veya tâbi ülkelerden alınan yıllık vergi ve hediyeler ile halktan alınan ver-gilere dayanmaktadır. Hunlardan beri, devlet tarafından halktan vergi toplamak için şahıslar görevlendirilmiş olması, bilhassa devletin kendi halkından vergi toplamakta ne kadar ciddiyete sahip olduğunu gösteren bir delil olmaktadır. Göktürkler zamanında bu vergiler amga veya ımga denilen, Uygurlar döneminde ise ağıcı ismi verilen devlet hazinedarları tarafından toplanmıştır.
Vesikaların genel yazılış düzenleri çok kısa olarak şöyledir;
a. Vesikaların Tarihi: Bütün vesikaların ilk satırı tarihle başlamıştır. Kullanılan tarih On İki yıllık devreyi kapsayan ve On İki Hayvanlı Türk Takvimi denilen bir sistemle yazılmıştır.
b. Malını hangi ihtiyacından dolayı satan veya kiraya verenin ismi,
c. Alınan yahut kiralanan malın karşılığında ödemenin ne zaman ve ne şekilde yapılacağı,
d. Malını satan veya kiraya veren şahıs ile bu malı satın alan yahut kiralayanın haklarının belirlenmesi,
e. Şahitler, malını satan veya kiraya verenin nişanı yahut mühürü,
f. Vesikayı yazanın ismi.
Vesikalar genelde hep bu sistemle yazılmış olup vesikaların mahiyetine göre aralarında çok az yazılış farkı bulunanlara da rastlanmaktadır.
SARAYLARDA VAZİFE GÖREN MEMURLAR
DANIŞMANLAR
«Tayanç ve Kengeşci» denen bu müşavirler, saraylarda en çok bulunan görevlilerdi. Bu danışmanlar ve danışmanlık müessesesi, Uygurlardan Moğollara da geçmiş olan, mühim bir teşkilâttır.
KILAVUZLAR
Devlet ve ordu içinde mühim bir mevkileri vardır. Ülkeyi çok iyi tanıyan bu kişiler, bilhassa, askeri alanda geniş bilgi sahibidirler. Bir savaş esnasında, bunların büyük rol oynadıkları bilinmektedir.
MÜHÜRDARLAR
«Tamgaçı» veya «damgacı» kelimeleri ile belirtilen bu kişilerin bü-yük salâhiyetleri vardı. Tâyin ve para işlerinde, fermanların mutlaka bunların mühürleri ile mühürlenmesi ve bu mühürlerinin yanında imzalarının da bulunması şarttır.
HAZINE MEMURLARI
Eski Türkçede «ağıcı» denen bu memurlar, halktan para toplayan devlet hazinedarları yahut veznedarlar idiler. Bazı metinlerde geçen «ağıcı uluğı» ise, baş veznedar, maliyenin en büyük memuru veya Mâliye Bakanı anlamında kullanılmıştır.
ELÇİLER
Eski Türklerin münâsebette bulundukları memleketlere yolladıkla-rı devlet temsilcileridir. Bu elçiler, gittikleri ülkelerin hükümdarları ile doğrudan doğruya temas kurarlar ve kağanın beraberlerinde getirdik-leri hediyelerini sunarlardı.
DOKTORLAR
«Emçi» adı verilen bu doktorlar saraylarda vazife görürler, ilâçları hazırlarlar ve aynı zamanda kırık çıkıkları da tedavi ederlerdi.
Saraylarda, yukarıdaki memurlardan başka, falcılar, müneccimler, astronomlar, taşları işleyen yahut yazıtları yazan sanatkârlar, aşçılar, kuşçular ve saray kapıcıları bulunmaktadır.
Tung-hu’lar(Tunguzlar),Mao-tung’a -Mete’ye-bir elçi yollayarak,atını isterler. Mao-tun,devletin ileri gelenlerini toplayıp onların fikirlerini aldıktan sonra, itirazlara rağmen,atını vermeyi kabul eder. Tunguz’lar sonra bir elçi daha yollayarak bu sefer Mao-tun’un karısını isterler. Devletin ileri gelenleri,yine bir araya gelerek durumu görüşürler ve Mao-tun’un karısını vermesini istemezler.Fakat Mao-tun,karısını da vererek herhangi bir anlaşmazlığın çıkmasını önler.Tunguz’lar daha sonra sınırdaki çorak toprak parçasını isterler. Böylece her iki ülke arasındaki anlaşmazlığın ortadan kalkacağını söylerler.Mao-tun devletin ileri gelenlerini tekrar toplayarak durumu görüşür. Toplantıya gelenler bu işe yaramaz toprak parçasının verilmesini kabul ederler. Fakat bu seferler Mao-tun karşı çıkar. Sebeb olarak da “atım ve karım kendi malımdı.Toprak ise devletin malıdır.Bu malı başkasına kim verebilir?” diyerek, Tunguzların bu isteğini reddeder.
"Bu Uygurlar... Artık Bozkır Türk devleti'nden farklı idiler: hakimiyeti genişletme düşüncesinde olmamış, büyük siyasi çatışmalara girmemiş, başta Çin hükümetleri olmak üzere, komşuları ile dostluk ve ticari münasebetlerini devam ettirmeyi tercih etmişlerdir."
"Uygurlar Maniheizm dinini kabul etmeden önce çeşitli dinlerle karşılaşmışlar ve bunlardan en son olarak Budizmi kabul etmişlerdir. Esasında Uygurlar, inanç alanında çok serbest olmuşlar, çabuk din değiştirmişler ve yeni kabul ettikleri bir dini yaymak için de çok çalışmışlardır. Uygurların din hususundaki hoşgörülü olmalarında da başarılı olduklarını söyleyebiliriz."
Uygur Mani edebiyatı, özenilerek yazılmış «İlahiler, günah çıkarma
formülleri, vaazlar ve efsaneler» şimdiye kadar çoğu zaman menfi yönden ele alınmış ve bu tutum Mani dini hakkında yanlış fikir veren görüşleri destekleyecek mahiyette olmuştur. Şimdiye kadar bizim tarihçiliğimizde de bu yol izlenmiş ve daha çok Mani dininin «savaşçılık özelliklerini» kaybettirdiği şeklinde mütalaa edilmiştir.
Mani dininin bu özelliği hiç şüphesiz doğrudur. Fakat bunun yanında Mani dininin yüksek ahlak seviyesi, musiki ve resim sanatlarına önem vermesi, bu dinin diğer özelliklerindendir. Denilebilir ki, Hıristiyan ve Zerdüşt felsefesi unsurları ile İran sanatını ihtiva eden Mani dini, Uygurların medenileşmesine yol açmıştır. Karabalgasun yazıtı bize «Vahşi âdetleri olan ve kan seline boğulmuş bu ülkenin sebzeyle beslenilen bir ülke haline geldiğini, insanların öldürüldüğü bu yerin, iyilik yapmanın teşvik edildiği bir yer haline geldiğini» söylemektedir.
Sayfa 27 - Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları · 1986 ·