Oysa her gitme hayali olduğun yere daha çok çakılmaktı biliyordum. Olsundu; ilk kelimeden son kelimeye kadar uzaklaşabilirdim kara iklimden…Hatta paragraf aralarında mola verebilirdim bir limanda; martılara selam verir, denizin rüzgarına taratabilirdim saçlarımı…Bir balıkçı kasabasında özgür bir dünyanın lideri yapabilirdim kendimi, ütüsüz tişörtlerime parmak boyaları ile saçma figürler çizebilir, akşam yatma saati umurumda olamayabilirdi. Ölen şehirler için her doğan gün ile ağıtlar besteler miydim bilmiyorum. Hani demiş ya: Gülten Akın; “Ah, kimselerin vakti yok Durup ince şeyleri anlamaya” Evet; cümlenin bütün yükü o iki harfli “ah” kelimesinde…Kimsenin vakti kalmamış güzeli hayal etmeye…Ben bugün bir kahve içimlik vakitte gittim denizin olduğu kıyılara,bindim rengi kesinlikle mavi olan bir yelkenliye…Ağzımda bilinmedik bir türkü, ayaklarımda kumlarla dans kıvraklığı, ellerimde bir kız çocuğunun saçlarını örerken ki heyecanlı telaş.
Haydi ruhum kalk git şimdi.