Niçin ölen kişi için "Uzun bir yolculuğa çıktı" (ki bu geri döneceği fikrini düşündürebilir), "Sonsuz bir uykuya daldı" (bu durum da ne yazık ki bazen "uyku problemini" çağrıştırabilir) ya da (sanki ölmesinden sorumluymuşuz gibi) "onu kaybettik" denir?
Kimi düşünürler, eğer hayat sadece uzun ve dingin bir nehirden oluşsaydı anlamsız olurdu, derler. Üzüntüler, acılar, sıkıntılar, zorluklar ve niceleri bizi güçlendirir, direncimizi artırır, barış ve mutluluk zamanlarının değerini bilmeyi öğretir.
-Anne, biz fakir miyiz? diye sordu.
-Hayır Pikolo !
-... Ama bir kırmızı motoru bile alamıyorsak, demek ki biz fakiriz!
-Hayır Pikolo, biz ne fakiriz, ne de zenginiz. !kisi arasındayız ve bu bizim için yeterli.
Birlikte yaşayabilmek için, birilerinin diğerlerine güvenmesine ihtiyacımız var. Onlarla konuşurken, onlara inanmaya ihtiyacımız var. Anne ve babaların, komşuların, arkadaşların, okuldaki öğretmenlerin hiç durmadan yalan söylediği bir dünya hayal edin. Konuştukları zaman, yalan mı söylüyorlar, doğruyu mu söylüyorlar bilemeyiz. O halde onları dinlemenin neresi güzel? Beraber yaşayamayız o zaman. Başkalarının sözlerindeki uyum bizim toplumumuzun temel taşıdır. Bu yüzden doğruyu söyleyerek yaşamak gerekir.
Bu nedenle yalanı daima cezalandırılmayı hak eden bir "suç" olarak görmemeliyiz. Gerçeği söylememenin yüz farklı çeşidi vardır (iftira ya da yalancı şahitlik). Diğerleri, öte yandan, toplumdaki uyumlu yaşam için gerekli olan yakıtı sağlar: İster istemez düşünmeden yaptığımız iltifatlar, uydurulmuş hikayeler, atıp tutmalar, şakalar ... Herkesin harfi harfine doğruları söylediği bir dünya, aynı şekilde insanların sürekli yalan söylediği bir dünya kadar çekilmez olurdu.